“Hayır” Diyemeyen Bir Halk Sağlıkçı;
Yrd. Doç. Dr. Talat BAHÇEBAŞI
Dostları onun için “Kendisi için bir şey istemedi ama ülkesi için çok çalıştı” “Hiç kimseyi geri çevirmedi herkesin isteklerine cevap bulmaya çalıştı” dediler. Ayrılışı onu tanıyanların, birlikte çalışanların kalbinde büyük boşluklar yarattı. Pek çok görevde yer aldı, pek çok projeye imza attı. Halk sağlığı için o da bir tuğla koydu. Kendisini saygıyla anıyoruz.
Doç. Dr. İbrahim KORUK
ALANDAN SESLENİYORUZ
Özgeçmişi
20 Haziran 1962 tarihinde Kayseri’nin Talas İlçesi Akçakaya Köyü’nde doğdu.
Öğrenimine Adana İsmet İnönü İlkokulu(1973)’nda başladı. Bunu, 1976 yılında Adana Seyhan Ortaokulu, 1979 yılında Adana Erkek Lisesi ve 1985 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi takip etti.
Mesleğinin ilk adımlarına 1985-1987 yılları arasında Düzce Cumayeri Sağlık Ocağı’nda attı. 1987-1989 yıllarını Çorlu Karargah Tabipliği ile devam ettirdi.
1989-1990 yıllarında Adana İl Sağlık Müdürlüğü Bulaşıcı Hastalıklar Şube Müdürü ve aynı ilde 1991-1998 yıllarında il sağlık müdür yardımcısı olarak; Bulaşıcı Hastalıklar Bildirim Sisteminin (EPARİP) Kurulması, Kanser Bildirim Sisteminin Kurulması, İleri Yaş Kızamık Önleme Programının yürütülmesi, Ulusal Aşı Günleri İl Koordinatörlüğü, Doğu ve Güneydoğu İlleri Ulusal Aşı Koordinatörlüğü, Şark Çıbanı Yeni Versiyon Eradikasyon Programının (Dünya Sağlık Örgütü Projesi) yürütülmesi, Dünya Polio Eradikasyonu Türkiye Koordinatörlüğü, Acil Sistemin Kurulması Pilot Uygulama İl Koordinatörlüğü gibi pek çok önemli çalışmaya imzasını attı.
Bu arada akademik çalışmalarına devam ederek 1998 yılında Çukurova Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan doktorasını aldı. 1999-2000 yılları arasında Mersin Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda yardımcı doçent, 2000-2001 yıllarında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Konsültanı, 2000-2003 yıllarında özel sektörde yönetici olarak çalıştı.
2003-2006 yıllarında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Düzce Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı başkanı, 2005 – 2006 aynı üniversite Sağlık Bilimleri Enstitüsü müdür yardımcısı olarak görev yaptı. 2004 yılında Aile Hekimliği Projesinin Düzce Pilot İl Uygulama Koordinatörlüğünü yaptı.
2007 – 2009 Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü müdür yardımcısı, 2010 yılından itibaren ise Enstitü Müdürü olarak çalışmalarını sürdürdü.
2011-2012 yıllarında Düzce Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekim Vekilliği görevini yürüttü.
Dönem 3 Halk Sağlığı Komitesinde sağlık yönetimi, ana-çocuk sağlığı, bulaşıcı hastalıklar, çevre sağlığı, acil sağlık hizmetleri, NBC derslerini verdi,
Kırsal Hekimlik Stajında sağlık yönetimi, ana-çocuk sağlığı, bulaşıcı hastalıklar, çevre sağlığı, acil sağlık hizmetleri, NBC dersleri verdi ve pratik saha uygulamalarını yaptırdı.
En son;
2011-2012 yıllarında Koruyucu Sağlık Hizmetlerinin Geliştirilmesini Etkileyen Durumların ve Yapılması Gereken İş ve Faaliyetlerin Belirlenmesi, Koruyucu Sağlık Hizmetleri Stratejisinin Geliştirilmesi Programı,
2011-2014 Çevre Faktörlerinin İnsan Sağlığına Etkilerinin Tespit Edilmesi ve Azaltılmasına Yönelik Model Geliştirme Projesi,
2013-2014 Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğunu Geliştirme Programı, çalışmalarında yer aldı.
Doç. Dr. Ferruh AYOĞLU, Prof. Dr. Necdet AYTAÇ, Doç. Dr. Adnan ÖZÇETİN
Dr. Talat BAHÇEBAŞI için yazdılar
Talat Bahçebaşı’nın Anısına…
“Merhaba Kardeş” diye açardın her telefonumu.
Aylardır görüşmemiş gibi sarılırdık her karşılaşmamızda.
Bir öğlen kaçamağıydı anımsar mısın? Ereğli’de buluşurduk; sen Düzce’den çıkardın yola, ben Zonguldak’tan; kaçışımızdı bu. Konuşur, dertleşirdik bolca. Garsondan istediğimiz beyaz kağıda çizerek anlatmıştım sorduğun sorunun cevabını; paralel çizgiler çekmiştim kağıda; “su, hava, toprak ve diğerleri”. Elimden alıp kalemi, dikine çizgiler çizmiştin, “bunlar da olmalı” diyerek. “Kaç deli gerekir” diye sormuştun ayrılırken, “iki tane var” demiştim. Tahmin etmemiştim iki hafta sonra arayacağını, “Ereğli’de buluşalım, başlıyoruz” diyeceğini. Biliyor musun, şimdi ne zaman geçsem Ereğli’den, yüreğim acıyacak.
Sarsıldığında Van, altüst olduğunda, aramıştım seni, “gidiyor muyuz?” diye sormuştum. “Yorgunum ama” demiştin, “gidelim”. İkinci kez sarsıldığında Van, attığımızda kendimizi binadan dışarı, nasıl sarılmıştık birbirimize. Biliyor musun, çok az dostu olur insanın birlikte ölümden döndüğü.
Toplantıdan toplantıya uçan bir martıydın galiba sen; kaç şehir geçtik seninle. Van, Urfa, Antep, Bolu, Akçakoca, Antalya, Kocaeli, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ derken, ne çok şeyi paylaştık yollarda. Ama, Pazartesi başlayıp Cuma bitmeliydi hep en uzun toplantı; Polen ve Zerrin özlerdi, yanlarında isterlerdi seni. Biliyor musun, şimdi ne zaman bir martı uçsa maviliklerde, yüreğim acıyacak.
Bugün değilse de bir başka gün bitecekti bu koşuşturma. Ya da biz öyle sanıp inanmak istiyorduk bu yalana; bırakacaktık bu telaşlı koşuşturmayı. Sen toprağı severdin daha çok, ben denizi. Bir teknem olacaktı benim. Arada, teknede kalmaya gelecektin sen. Telaşı olmadan bir yerlere koşturmanın, dem tutup konuşacaktık sabaha kadar. Belki turlayacaktık dalgaların üstünde, belki kıpırdamayacaktık yerimizden. Arada ben kaçacaktım yanına. Duldada oturup söyleşecektik yine gönlümüzce. Senin yaşayacağın yerin bir duldası olmalıydı mutlaka.
Biliyor musun, uzaktayken yakaladı haberin; binlerce kilometre ötede, başka bir coğrafyanın topraklarında. Kuş olup uçamadım; uzaktayken almak haberi, acıymış daha da. Dostların aradı, “duyduklarınız yalan” dememi istediler; diyemedim, adın takılıp kaldı boğazıma.
Biliyor musun, doğru dürüst uyuyamıyorum iki gecedir. Kapatamıyorum gözlerimi. Sonra, yenik düşüyor gözkapaklarım; uyuya kalıyorum. Seni görüyorum rüyamda, konuşup duruyoruz; daha uyuyayım istiyorum, uyuyamıyorum.
Biliyor musun, gün içinde ansızın bastırıyor bir hüzün. Gözlerim doluyor. Boşalsın istiyorum yaşlar, olmuyor. Anlıyorum ki, devam etmeli hayat. Anlıyorum ki, istemiyorsun ağlamamı.
Biliyor musun, döndüğümde iki yatay paralel çizgi çizeceğim kağıda. Sonra, onları kesen iki dik paralel çizgi. Kaldırıp asacağım duvara. Bir de, yıllar önce çektiğim bir martı fotoğrafı vardı, onu bulup asacağım çizgilerin yanına.
Biliyor musun, söndü yüreğimin bir köşesi. Üşüdüm. Soğuk mu soğuk bir sokakta tek başına yürür gibi, atamadan boğazımdaki düğümü.
Ferruh AYOĞLU
Sevgili Halk Sağlıkçılar,
Böyle bir yazı yazmak istemezdim. Benden Rahmetli Talat Hoca hakkındaki düşüncelerimi yazmam istenince, oturup düşünmeye başladım. Ne yazayım diye. Sonra aklıma gelenleri aşağıda karaladım.
Ben Rahmetli Talat Bahçebaşı’nı 1994 yılında Ç.Ü.T.F. halk Sağlığı Anabilim Dalı’na Yard.Doç.Dr. olarak atandığımda tanıdım. O zaman Talat bizde doktora programına devam ediyordu. Daha sonra O’nun tez danışmanlığına atanmamla yakından tanıma olanağı buldum. Çünkü tez veri toplama ve yazım aşamalarında beraber çalışmalar yaptık. Sınav zamanı çok heyecanlanıyordu. Bende teselli etmeye çalışıyordum. Daha yakından tanıma olanağını ise İskenderiye/Mısır’da yapılan toplantıda buldum. Adana’dan yalnız ikimiz katılmıştık. Bu toplantıda ikimizin de sözlü sunumlarımız vardır. Kırık İngilizcemizle orada sunum yaptık. Türkiye’den katılan arkadaşlar bize yardımcı oldular, sağ olsunlar. Sunumlarda ikimizde çok heyecanlanmıştık. Kongre sonrasında Mısır’ın tarihi yerlerini beraber gezmiştik. İşte o kongrede Talat’ı yakından tanıma olanağı buldum. O gördüm ki Talat iyi arkadaş, sırdaş, güvenilecek biri olduğunu. Daha sonraları çeşitli nedenlerle görüşme olanağı buldum. Hep heyecanlı, işini en iyi şekilde ve kusursuz yapmaya çalışan bir arkadaş olarak hatırlayacağım. Her zaman halk sağlığına bir şeyler katmaya çalışan birisi olarak hatırlanacaktır.
Allah rahmet etsin, mekanı cennet olsun.
Prof. Dr. Necdet AYTAÇ
Çukurova Üniversitesi
Tıp Fakültesi Halk Sağlığı
Dr. Talat Bahçebaşı
Talat Hoca’mı 2003 yılında Düzce Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim dalında öğretim üyesi olarak göreve başladığı dönemde tanıdım. Kendi çalışmalarımda istatistik analiz için desteğe ihtiyacım vardı, Talat Hoca’nın yardımcı olabileceği söylenince yardım istemek için görüştüğümde tanışmış olduk. Bu ilk tanışmanın ardından sıklaşan görüşme ve sohbetlerle arkadaşlığımız keyifli bir dostluğa dönüşmeye başladı. Talat hoca, ilk tanıdığım günden beri tüm ilişkilerinde hep verici olan, insanlara yardım etmek isteyen ve bundan zevk alan, son derece uzlaşmacı bir kişilik olarak karşımdaydı hep… Belki de bu özellikleri nedeniyle iletişimimiz artarak devam ediyordu.
Çalışma ortamında herkese destek olmaya çalışan, kimin sorunu varsa çözüm üretmeye gayret gösteren, insanlara yardım ederken ve onlar mutlu olunca kendisi daha da keyifli ve mutlu olan oldukça iyimser biriydi. Kendi yakın çevresinden başlayarak dünyayı, evreni, yaşamı izlemeye, anlamaya çalışır; bunlarla ilgili yazıları okur ve bu konuları tartışmayı, aslında bilinmeyenleri öğrenmeyi, çok severdi. Çevresini izlerken mevcut sorunları kendine özgü yöntemlerle inceler, birçok insanın sıradan ve alışılmış olarak kabul ettiği (fiziksel, sosyal, ekonomik, tıbbi vd.) durumları farklı bakış açısıyla değerlendirir, bu sorunların çözümü için kafa yorar ve topluma yararlı, uygulanabilir, geleceği değiştirebilecek çözümler üretirdi. Yeni bilgi, fikir ürettiği konularda diğer insanların neler düşündüğünü anlamaya çalışır, birbirinden çok farklı kişilerle sohbet eder, her bireyin görüşlerine ayrı ayrı değer verirdi.
Hayata bakışı; bir sorun varsa “ bu sorun neden ve nasıl çözülmez değil, bu sorunu nasıl çözebilirim” tarzındaydı. Bu düşünce tarzı da üretkenliğini sürekli artırıyordu. Toplum için ürettiği fikirleri ülke genelinde insanların hizmetine sunmak için hep çok çalıştı, hiç vazgeçmedi… Bu azmiyle gerçekten çok büyük projelere imza attı…
Hoca’nın bu kişisel özellikleri nedeniyle hemen her konuda bilgisi ve sorunlara karşı geliştirdiği mantıklı ve herkesin kabul edeceği çözümleri vardı. Çevremizdeki birçok insan zorlandığında, çözüm üretemediğinde “bu durumu bir de Talat Hoca’ya anlatıp onun fikrini alalım” der ve Talat Hoca’ya fikir danışırdı. Çoğu kez kimsenin aklına gelmeyen çözümler üretir, yine insanları mutlu ederdi.
Hocamızın en dikkat çekici özelliklerinden birisi kimseye “HAYIR” diyememesi idi. Birkaç yıl önce “hayır” diyebilmenin yöntemini ve bunu nasıl yapabileceğini sordu. Ben de önce Hocanın bu isteğini ciddiye alıp “hayır” diyememenin nedenleri ve gerekliliğinden dem vurarak “hayır” demenin yöntemleri ve bedellerinden bahsettim. Ancak birkaç sohbetin sonunda anladım ki Talat Hoca kimseye “hayır” diyemediği için iş yükünün çok arttığını ve çok yorulmaya başladığını ifade etmek istemişti. Gerçekte kimseye “hayır” demek istemiyordu. Çünkü insanlara yardım edip destek vererek çok mutlu oluyor, çalışmak hocamıza dinamizm katıyordu. Her daim çok çalışan ve çok aktif bir insan olarak sürdürdü yaşamı…
Ailesini çok sever, aşırı iş yükü ve sorumluluklarından dolayı onlarla daha sık ve yoğun zaman geçiremediği için üzülürdü. Kızı Polen’in kendisi gibi analitik düşünceye sahip olmasından büyük keyif alır, başarılarından gurur duyardı.
Birçok idari görevi, çeşitli kurul üyeliklerini, son üç yıldan beri ulusal ölçekli 3 büyük projenin koordinatörlüğünü başarı ve büyük bir özveri ile yapmaya devam etmekteydi.
Maddi/ Manevi hep veren el oldu, hep çalıştı, kendisi için hiçbir şey istemedi…
Ben gerçek bir dostumu, Ülkem ise gerçek bir değerini kaybetti… Mekanı cennet olsun…
Doç. Dr. Adnan ÖZÇETİN
Düzce Üniversitesi
Tıp Fakültesi Psikiyatri AD
Sevgili Talat,
Gel araştırma görevlilerimize (Göğüs Hastalıkları) ders anlat dedim, kırmadın geldin, lütfen bürokraside tıkanan işlerimize yardımcı ol dedim oldun, her zaman elinden gelenin en iyisini bizlere sundun. Seni güzel köyünde, toprağına geri verdik. İçimizde bir acı yumağı yarattın…
Huzur içinde yat kardeşim.
Peri ARBAK