On-line ISSN:2147-155X

Sosyalleştirmeyi En İyi Anlayan-Gazanfer Aksakoğlu

30 Kasım 2013, Cumartesi, 10:00 | İz Bırakanlar, Prof.Dr.Doğan Benli | 1.760 kez okundu | 0 yorum
      SOSYALLEŞTİRMEYİ EN İYİ ANLAYAN ve ÖĞRETEN İNSAN: DOĞAN BENLİ Prof.Dr. Gazanfer Aksakoğlu   Hacettepe’nin Dönem III stajyerleri olarak Etimesgut Bölgesi’ne gittiğimizde bölgenin dokuz yıllık bir geçmişi vardı. İlgi duyardık, Münevver Hanım derslerinde veriye gönderme yaparken ‘bizim Etimesgut’ta’ diye örnek sunduğunda nereden ve neyden söz ettiğini bilemez, hele bu ‘bizim’ sözcüğünün ne anlama […]

 

 

 

SOSYALLEŞTİRMEYİ EN İYİ ANLAYAN ve ÖĞRETEN İNSAN: DOĞAN BENLİ

Prof.Dr. Gazanfer Aksakoğlu

 

Hacettepe’nin Dönem III stajyerleri olarak Etimesgut Bölgesi’ne gittiğimizde bölgenin dokuz yıllık bir geçmişi vardı. İlgi duyardık, Münevver Hanım derslerinde veriye gönderme yaparken ‘bizim Etimesgut’ta’ diye örnek sunduğunda nereden ve neyden söz ettiğini bilemez, hele bu ‘bizim’ sözcüğünün ne anlama geldiğini anlayamazdık. O zaman büyücek bir köy olan Sincan’daki sağlık ocağında iki ay yatıp kalkacak ve daha karşılaşmadığımız bazı şeyler öğrenecektik. Sanmıştık. Onun yerine ‘çok şeyler’ öğrendik. Görülecek ‘çok çok şeyler’ vardı ve gördüklerimiz yaşam algımızı ve davranışlarımızı tümüyle değiştirdi.

Bölge 1963’te Nusret Fişek’in çabalarıyla Hacettepe ile Sağlık Bakanlığı arasında yapılan protokol sonucu kurulmuştu. İki temel amacı sağlık hizmetinin sosyalleştirme ilkeleri uygulanarak başarıyla yürütülebileceğini göstermek ve sağlık alanında öğrencilerin alanda ve özellikle de ev içinde eğitilmelerini sağlamaktı. Hizmet sunumundaki başarı ilerleyen yıllarda tüm dünyadan gördüğü büyük ilgi ve saygı ile kanıtlanacaktı. Eğitimin başarısı ise -saygın bir kurum olduğu dönemde- DSÖ’nün tıp eğitiminde en iyi ve toplum yönelimli yedi model içinde verdiği yerle ve örnek olarak gösterilecekti.

Sosyalleştirme 1961’de yasalaşıp 1963’te ilk kez Muş’ta uygulanmaya başlandığında Doğan Bey il sıtma savaşı sorumlusuydu. Urla’dan çıkıp Muş’a uzanan, sonra Van Sağlık Müdürü olarak gelişen yolculuk ona kırsal alanın varlıksız, eğitimsiz, sağlıksız bırakılmış halkını tanıma ve sevme olanağı ve becerisi kazandırmıştı. Başlangıçta kırsal bölgede başarıyı amaçlayan bir alanda örgütleme ve yönetme görevi doğal olarak ona düşüyordu.

Bizden önce ve sonraki her ulus ve meslekten binlerce öğrenici gibi bizler de çok ama çok şey gördük ve öğrendik. Toprak yollar ve arsalarda sis içinden çoban köpeğinin önce sesinin sonra yalnızca başının çıkmasını, derme çatma ev köşelerinde ekmek olarak adlandırılan üst üste yığılı incecik yüzlerce yufkayı, köyün ortasına peyke üzerine güneşlensin diye aylarca yatırılan yüz yaşındaki sakallı adamı, kulağındaki nohut nedeniyle süpüre otitis media ile gezen çocuğu ve daha pek çok şeyi ilk kez o eğitim alanında -sonra çok daha olumsuz şeyleri Çubuk’ta- gördük.Toplumla kaynaşabilsinler diye resmi önlük giymeyen, kapıyı tıklatıp ‘Ayşanım ben geldim’ diye eve giriveren, girdiğinde çocuğun aşısını, gebenin eriyik damlatıp tüpte kaynattığı idrarında protein bakısını, kaynananın kan basıncı ölçümünü ve yine kaynananın bebek beslenme eğitimini bir çırpıda yapıveren ebeleri gördük. Dağın başındaki köylerde isteyen kadınları yaz günü boş olan ilkokul sıralarına uzatıp vajinal bakısını yaptıktan sonra RİA takan hemşireleri, köyün tepesindeki su deposuna tırmanıp klor düzeneği kuran sağlık memurlarını, eşek etinden köpek maması ve daha neler neler üreten fabrikaları denetleyen ve kapatan çevre sağlığı teknisyenlerini gördük. Tüm bunları gördük, öğrendik, uyguladık, ilerleyen yıllarda uygulamayı öğrettik. Bunların tümünü bize, bizlere, kuşaklar boyu, Doğan Bey sağladı.

Toplum Hekimliği asistanı olarak bir yıllık kuramsal eğitim süresi içinde bir kez Doğan Bey bizi Sağlık Bakanlığı’na götürdü, bir kez de biz onun yönettiği Bölge’ye gittik. Hiç anlatmaz, salt soru sorar ve yanıtı sorgulardı. Soruyu doğru ya da yanlış yanıtlardık, onu doğrulamaz ya da düzeltmezdi, yeni bir soruyla sürdürürdü konuşmayı. Bir önceki tümcede yazdığım ’ya da’ sözcüğü buna bir örnek: Ocak hekimiyken bir rapor sundum kendisine. Bölge’deki kitaplığında, U masanın iki tarafında karşılıklı oturuyorduk. Okurken başını kaldırdı ‘ya da ayrı mı yazılır birleşik mi?’ dedi. Yirmi beş yaşında inatçı bir genç olarak vurguyla ‘birleşik’ dedim. Kibarca ‘sözlüğe bakalım mı?’ diye sordu. Anladım. ‘Bakalım’ dedim. Saygısızlıktan değil, kitapların yerini bilmediğimden o kalktı, o zamanın çok değerli Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünü aldı, yeniden karşıma oturup sözcüğü buldu, açık olarak ve görebileceğim biçimde bana çevirdi, merak ediyormuş gibi ‘nasıl yazılıyormuş?’ dedi. Sıkılmaya, gerilmeye neden olmazdı hiç, yalnız sözcüğü değil öğretme biçimini de öğrenerek, saygılı ve ilgili bir ses tonuyla ‘ayrı’ dedim. Bugün bile sorarak öğretmeye çalıştığımı bu satırları yazarken algılıyorum. Bir yöntem bellediğimden değil, içime işlediğinden.

Öğrenimimin ikinci yılında Yenikent Sağlık Ocağı’nda hekim olarak göreve başladım. Ocağın beş ebesinin biri merkez diğerleri uç sağlık evlerinde görevliydi. Ebelerle tanışmam gerekiyordu, hem ilgimi göstermek hem eksik ve isteklerini öğrenmek amacıyla. Güçlükle telefon iletişimini sağladım, tümünü aynı gün ve saatte ocakta buluşturdum. Adlarını ve görev yerlerini önceden öğrenmiştim, ben de kendimi birkaç sözcükle tanıttım. Sözü hemen onlara verdim, ne istekleri olduğunu sordum. Yenikayı Sağlık Evi ebesinin sesine döndüm: Burun kıvırır bir tonda ‘sanki istesek verilecek’ demişti. ‘Niçin öyle dediniz ebe hanım’ diye sordum, çok şaşırdığımı belirtmemeye çalışarak. Dirseğiyle yanındaki masaya yaslanmıştı ve yüzünde hem aldırmaz hem küçümser bir bakış vardı. ‘Siz söyleyin, ben elimden geleni yapayım. Hiç olmayacak bir şey değilse çözümünü buluruz’ dedim. ‘Yıllardır boyuna doktorlar ne istersin dedi durdu, ben de hep istedim. Aşılarım ya sıcakta bozulur ya soğukta donar. Hep buzdolabı istedim, daha bir kişi çıkıp da buyur ebe hanım buzdolabı demedi’ dedi. Sustum. Diğerlerine sordum. Bir gereksinme belirtmediler.

Ebeler ayrılınca Doğan Bey’i telefonla aradım. Akşam o çıkmadan gelmeye çalışacağımı söyledim, görüşme olanağımızı sordum. Yerinde bekleyeceğini söyledi. Çok geç olmadan gittim, oturdum. Her zamanki gibi sormadan sade kahvemi söylemişti. ‘Bir buzdolabı gereksinmem var’ dedim ‘benim için çok önemli’. Dikkatle kaşlarının altından yüzüme baktı ‘hiç kolay bir istek değil’ dedi. Hem üretimi kısıtlıydı hem fiyatı neredeyse memur maaşıydı. ‘Ne zamana?’ diye sordu. ‘Yarın sabah’. ‘Yarın sabah mı, çok kısa’ dedi. Başını öne eğdi, birkaç saniye düşündü ‘neden böyle hemen?’ dedi. ‘Ebenin güvenini kazanmak için’ dedim ‘aslında tümünün’. Ne başka sorusu oldu ne yorumu ne öğüdü. Alanı, insanı, hele hele ebeliği ve ebeleri çok iyi tanıyordu. ‘Peki, çalışacağım’ dedi. Teşekkür ettim, hemen çıktım.

Sabah sağlık ocağına gittikten biraz sonra ilk hastalarıma bakarken tıbbi sekreter odaya girdi, Yenikayı ebesinin telefonda olduğunu söyledi. Gittim, aldım telefonu, bağıran, çınlayan, kahkaha atan bir ses tonuyla ‘benim artık bir buzdolabım var’ diyordu yineleyerek. Ben de şaşırmıştım, ‘geldi mi?’ diyebildim. ‘Gelmek ne, takıldı bile’ diye çınladı yeniden. Yaşamımda hiç bu denli sevinen bir insanla karşılaşmamıştım. ‘Nasıl takıldı bile?’ dedim. ‘Elektrikçi de geldi, bağladılar, denediler, çalışıyor. Aşıları koydum bile’ diye bir kez daha haykırdı. ‘Çok sevindim, güle güle kullanın’ diyebildim. Ne denli çok ve nasıl sevinçle teşekkürler ettiğini benim anlatabilmem olanaksız. Ben de o akşamüzeri yine erken ayrıldım ocaktan, Doğan Bey’e teşekküre gittim. Görevini fazlasıyla yapmanın keyfini yaşadığını biliyordum, ama o bir şey olmamış gibi başka günlük olaylardan söz ediyordu ben kahvemi yudumlarken.

İzleyen onlarca yıl alan ya da hastane yönetirken sağlık çalışanlarına söylediğim en önemli söz ‘insanları mutlu ederseniz siz de, onlar da, onların hizmet verdikleri de mutlu olur, seçim sizin’ oldu her zaman. Bu kuramsal bir bilgi değil meslek yaşamı deneyimiydi ve ben bunu Doğan Bey’den, farkında olmadan, o bana uyguladıkça öğrenmiştim.

Birçok kez yanlış da yaptım. Bana yansıttığı yanlışlarımın tümünü işin doğal akışı içinde öğrenmiş olurdu, üçüncü kişilere sorma ve kurcalama huyu hiç yoktu. Öğrendiklerini en uygun zamanda ve biçimde, genellikle de bana sorarak aktarırdı. Aslında ben ona sorusu üzerine yanlışımı kendiliğimden söylemiş olurdum.

Çok açık, düz ve yalın bir yönetici ve eğiticiydi. Açık ödüllendirmeleri, övgüleri, sevgi ve yakınlık gösterileri olmazdı. Dik dururdu, az konuşurdu, saygı uyandırır ve güven verirdi. Duruşuyla da davranışıyla da. Binlerce insana böyle öğretti. Onlar da binlerce insana. Öğrenilenlerin tümü topluma davranış olarak döndü. Doğan Bey zaten bunun için yaşardı, bununla mutlu olurdu. Biz de yaptığımızla mutlu olurduk, onunla ve kendimizle gurur duyardık, bunu da kendimizden başka kimseye belli etmezdik.

Dokuz Eylül internlerine Anadolu’yu ve sağlık ocaklarını tanıtmak için yaptığımız gezilerden birinde, 1984 yılında, Van’ın sağlık ocaklarından birinde, sanırım Edremit’te,  sağlık memuru yapmakta olduklarını büyük mutlulukla anlatıyordu.  İnternlerden biri dayanamadı ‘işinizi nasıl bu denli çok sevebiliyorsunuz’ diye sözünü kesti. Sağlık memurunun ses tonu yükseldi ‘bizim bir müdürümüz vardı…’ dedi. Bu kez ben sözünü kestim ‘Doğan Benli mi?’ dedim. Bir anda bana dönüp ışıyan gözleriyle ‘Doğan Bey’i tanırsız?’ deyişinin fotoğrafı Doğan Bey’i en iyi anlatan belgelerden olmalı. Doğan Bey Van’dan ayrılalı yirmi yıldan çok olmuştu.

Bazı canlılar ölümsüzdür, Doğan Bey onlardan biridir.

 


Galerideki Resimler

YORUM YAZ


Lütfen doldurunuz *

Henüz yorum yapılmamış.