Termik ve hidro elektrik santralleri önemli çevresel sorunlar neden olmaktadır!
Termik santraller önemli miktarda su kullanırlar ve çevresel etkilere neden olur. Dünyada üretilen elektrik enerjisinin % 16’sının yenilenebilir enerji kaynaklarından hidroelektrik enerji santralleri (HES) ile üretileceği tahmin edilmektedir. Halen ülkemizdeki ise toplam elektrik enerjisi üretiminin %25.3’ü HES’lerden üretilmektedir ve bu oran artış eğilimdedir. Her ne kadar yenilenebilir enerji kaynakları arasında yer alsa da HES’lerin önemli çevresel etkileri söz konusudur. HES’ler ekosistemlere geri dönüşümsüz zararlar vermekte ve doğal yaşamı tahrip edebilmektedir. Ülkemizdeki akarsuların büyük bir bölümünün doğal rejimi artan sayıda yeni kurulan ve kurulmakta olan HES’ler ile geri dönüşümsüz olarak bozulmaktadır. Bunun yanı sıra HES’ler yöre halkının sağlığını, gelirini, psikolojisini olumsuz etkilemekte ve göçe yol açabilmektedir. Göç de sağlık açısından olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenlerle her geçen gün katlanarak artan enerji ihtiyacımıza daha fazla enerji kaynakları yaratmaya çalışmak yerine, enerjinin daha verimli ve tasarruflu kullanılmasına çalışmak daha akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Rüzgar gülü ve güneş enerjisinden enerji üretimine ağırlık verilmelidir!
Bu nedenle güneş ve rüzgar enerjisi gibi diğer yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde daha çok durulmalıdır. Bir örnek vermek gerekirse; Belçika gibi çok daha kuzeyde ve havanın kapalı olduğu bir ülkede, çatısındaki güneş piliyle kendi gereksiniminden fazlasını üretip şebekeye veren “pozitif evler” bulunduğuna göre, yıllık güneşli gün sayısı çok daha fazla olan Türkiye’de binaların çatılarında üretilebilecek enerji miktarı çok fazla olacaktır.
Ülkemizde şebeke sularının iyileştirilmesi öncelikli bir konudur.
Diğer yandan su açısından temel sorunlar yıldan yıla artarak sürmektedir. Dünyada 2011 yılında 768 milyon kişi (Türkiye nüfusunun 10 katı) uygun bir içme suyu kaynağından yararlanamamış ve 2,5 milyar kişi temel temizlik olanaklarından yoksun kalmıştır. Ülkemizde ise toplam nüfusun ancak %47’sine belediyelerce yasa ve yönetmeliklere uygun; yeterli ve sağlıklı içme ve kullanma suyu sağlayacak içme ve kullanma suyu arıtma tesisi ile hizmet verilmektedir. Özellikle suyla bulaşan hastalıkların önlenmesi ve çeşitli kimyasal risklerden korunabilmek için sağlıklı içme ve kullanma suyuna erişebilen nüfusun oranı arttırılmalıdır.
Su kaynaklarımız giderek azalmakta ve kirlenmektedir!
Türkiye’de 2012 yılında belediyelerce kişi başına günlük 216 litre su çekilerek yeraltı su kaynaklarından ve yüzey sularından toplam 5 milyar metreküp su kullanmıştır. Bunun yarısı baraj kaynaklıdır; yani yüzey sularıdır. Oysa artık kimi baraj havzaları, açılmak istenen/açılan yeni madenler, uygun arıtma tesislerine sahip olmayan veya sahip olup çalıştırmayan sanayi tesisleri nedeniyle kirlenme tehdidi altındadır. Bu durum henüz ülke çapında tam olarak içme ve kullanma suyu tesislerinde biyolojik arıtım ve dezenfeksiyonu yapamayan ülkemizde çok pahalı bir yöntem olan kimyasal arıtımı da gündeme getirecektir. Ayrıca atık suların büyük bir bölümünün arıtılmadan doğaya geri verilmesi mevcut su kaynaklarımızı kirleten başka temel bir sorundur ve ülke çapında belediyelerin atık su arıtma tesisleri kurmaları ve atık suları mevcut su kaynaklarını kirletmeyecek düzeye kadar arıtıp; doğaya vermeleri merkezi yönetim tarafından sağlanmalıdır.
22 Mart Dünya Su gününde halk sağlığı uzmanları olarak;
– Ülkemizdeki doğal sulak alanların, akarsuların ve su havzalarının korunmasının,
– Musluktan akan temiz içme ve kullanma suyunun toplumun her kesime ulaştırılmasının,
– Enerji üretimi sırasında su kaynaklarının kirletilmemesinin,
– Kullanılan suların alıcı ortamlara verilmeden önce gerekli arıtma işlemlerinin yapılmasının,
– Daha fazla enerji üretmek yerine enerjinin verimli ve tsarruflu kullanılmasının
önemini bir kez daha hatırlatıyoruz. Saygılarımızla… 20 Mart 2014
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu
( Çevre Sağlığı Çalışma Grubu)