Bindokuzyüzseksensekizin sonbaharında başlayan asistanlığımdan bir yıl sonra tez konumu, Ankara’daki asistan grubumuzun(Şevkat, İlker, Fatma, Gül, Dalya, Seval…) kolektif iradesiyle belirlemiştik. Halk sağlığı mezuniyet sonrası eğitimini çalışacaktım. Kuramsal ağırlıklı olacaktı. O günlerde başta kendi eğitimimiz için oluşturacağımız taleplerimizi belirlerken eksikliğini duyduğumuz bilgileri derleyecektim. Halk sağlığı alanında hem uzmanlık hem de yüksek lisans ve doktora programlarının var olduğunu kabaca biliyorduk. Ülkemizde Hıfzıssıhha Okulu ile tıp fakültelerini ve dünya örneklerini inceleyecektim. Tez danışmanlığımı Nevzat hocaya(Nevzat Eren) teklif etme kararını da yine birlikte aldık. Nevzat Eren, kabul etti ve benden tez planımı yapmamı istedi. Hızlı bir kaynak taramasından sonra hazırladım. Türkiye bölümünde Hıfzıssıhha Okulu geniş yer tutuyordu. Hoca, “bu bölümü benden daha iyi bilen birisi var, orada uzun yıllar çalışmıştı. Şimdi Akdeniz Üniversitesi’nde dedikten sonra, Necati Dedeoğlu’nu tanıyor musun?” diye sordu. Tanımadığımı söyledim. Hemen telefonla aradı, kısaca benden ve tez konumdan bahsetti. Dedeoğlu prensip olarak uygun bulduğunu bildirdi. Konuşmanın ardından, “mükemmel iyiyi öldürür. Necati bunun en iyi örneğidir. Her işi, yazıyı mükemmel yapacağım diye beğenmez, paylaşmaz. Dikkatli ol. Sonra üretemezsin” nasihatında bulundu.
Necati Dedeoğlu adını ilk defa Nevzat Hocanın odasında duymuştum. Ve paylaştıklarından sonra da iyice merak ettim. Doksan yılının ilk aylarında randevu alıp Antalya’ya gittim. Halk Sağlığı AD henüz Topçulardaki binadaydı. Gitmeden önce asistan arkadaşlarla da haberleşmiştim. Sabahın erken saatlerinde bölüme ulaştım. Önce arkadaşlardan kısa ve öz bilgiler edindim. Dedeoğlu nasıl birisi, nasıl davranır vb. Daha sonra odasına girdim. Beni heyecan ve sevgi dolu karşıladı. Kendimi tanıttım. GATA’da asistan olmamın önemini açıkladı; “toplu yaşam alanı, bizim yapabileceğimiz ve başarabileceğimiz, sonuçlarını hızla görebileceğimiz ve de dışarıya kapalı bir alan. Orda olmak iyidir.” dedi. Hızla çalışmaya geçtik. Önce tez planımı paylaştım. Kendisiyle çalışmak istediğim bölümü yeniden tanımladım. Hıfzıssıhha Okulu bölümünü kuruluşundan kapatılışına kadar olan süreç içerisinde ele almayı önerdi. Öyle de yaptık. Kaynak kişileri belirledik, Hıfzıssıhha Okulu çalışma raporlarının varlığından o gün haberdar oldum. Ankara’ya döner dönmez o tarihlerde henüz kapatılmamış olan kütüphanesinin tozlu rafları ve deposundan her birini tek tek çıkardım. Kütüphane memuru “bunlar atılacak, bari işe yarasın” diyerek tümünü bana hediye etti. Ben de kendime bir takım hazırladıktan sonra, Necati Hocanın eksiklerini de tamamladım.
Necati Hocanın sağladığı motivasyonla Hıfzıssıhha Okulu kaynaklarını büyük bir merakla hızlıca okumaya ve eldeki bilgileri sistematize etmeye başladım. İki ayda bir Antalya’ya yüz yüze görüşmeye gidiyordum. İkinci gidişim yeni yerleşkeye oldu. Bölüm yeni taşınmıştı. Yerini bilen pek fazla kişi olmadığı için bulmak oldukça zor oldu. Temel bilimler, dekanlık binasında yer vermişlerdi. Kliniklerle kopuk olmamayı, olursak işimizi yapamayacağımızı bu durumu bir vesile görüp gerekçeleriyle anlattı. Yapılan yerleştirmeyi yanlış buluyordu. Buna rağme,n diğer bölümlerden kopmamak için planlar yaptığını paylaşıyordu.
Her tez görüşmesine gidişimde programımızın ilk bölümü memleket meseleleri, Sağlık Bakanlığı, halk sağlıkçılar oluyor, ikinci bölümde önceden ulaştırdığım hazırlıklarımı yüz yüze tartışıyorduk. Her seferinde ayrıntıları kaçırmamamızı, incelediğimiz konunun genelle bağlantısını koparmadan ele almamız gerektiğini anlatıyor ve uygulatıyordu. Yıllar sonra, Marmara Depremi’nde bir yandan çalışmaları sürdürürken, diğer yandan gönüllü bütün sağlıkçılara öğretmenlik de yaparken gördüm. O koşullarda bile yorulmadan, heyecanını yitirmeden. Titiz, kılı kırk yaran yaklaşımıyla olayları bütün ayrıntılarıyla belirlerken topladığı verileri, gözlemlerini kendi zihninde sistematize ettikten sonra bir algoritma üzerinde paylaşıyordu. Birlikte çalışmak için 1990’da masa başına oturduğumuzda da alandaki çalışmalarında da. Yöntem değişmiyordu.
Oturumlarımız bir süre sonra tez hazırlığı dışında uzmanlık eğitimimin niteliğini artırmayı da kapsamaya başladı. Uzmanlığımda da sonrasında da sürdü. Neredeyim, ne yapıyorum, ne yazıyorum, nasıl yazıyorum her zaman izledi, geri bildirimlerini hiç eksik etmedi. İkibindört yılındaki Dilovası çalışmamızı okuduktan sonra telefonla arayarak paylaştığı; “bugüne kadar kuramcı halk sağlıkçıydın, artık kuramın yanında uygulamaya-alana da inen halk sağlıkçısın” sözleri hala kulaklarımda.
Necati Hoca, zamanla Necati Ağabey oldu benim için. Halk sağlıkçıların memleket meseleleri ile doğru yerden ilgilenmeleri, hegemonyaya teslim olmamaları için kaygılarımız ortaklaştı. Halk sağlıkçının, akademi, alan ve hekim örgütü ve sendika çalışmalarını birbirinin içerisinde nasıl yürütmesi gerektiğinin örneğini yaşadı, bizlere de gösterdi.
Mükemmeliyete nasıl ulaşabileceğim konusunda ilk derslerimi ondan almıştım, iyiyi öldürmeden nasıl kullanabileceğimin de ilk uygulamalarını. Bugün de paylaşıyoruz, tartışıyoruz. Her şeyde anlaşamasak da her bir oturum benim için hala öğreticiliğini koruyor. İyi ki tanıdım, iyi ki varsın Necati Ağabey(im).
Onur Hamzaoğlu
28 Kasım 2012, Umuttepe