On-line ISSN:2147-155X

BASINDA HALK SAĞLIĞI – Kasım 2012

4 Aralık 2012, Salı, 10:33 | Basında Halk Sağlığı, Genel | 2.500 kez okundu | 0 yorum
HALK SAĞLIĞINDA GÜNDEM BASINDA SAĞLIK Doç.Dr.Coşkun Bakar Yrd.Doç.Dr.Sibel Cevizci Araş.Gör.Dr.Merve Çelik Kasım ayının Basında Sağlık köşesinin konuları arasında sigara, organ nakli, KOAH, diyabet günleri ile ilgili açıklamalar ve haberler yer almaktadır. Kasım ayı içinde özellikle 14 Kasım Dünya Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) Günü ve Diyabet Günü olması nedeniyle anlamlı bir gündü. Bu günde ulusal […]

HALK SAĞLIĞINDA GÜNDEM

BASINDA SAĞLIK

Doç.Dr.Coşkun Bakar

Yrd.Doç.Dr.Sibel Cevizci

Araş.Gör.Dr.Merve Çelik

Kasım ayının Basında Sağlık köşesinin konuları arasında sigara, organ nakli, KOAH, diyabet günleri ile ilgili açıklamalar ve haberler yer almaktadır. Kasım ayı içinde özellikle 14 Kasım Dünya Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) Günü ve Diyabet Günü olması nedeniyle anlamlı bir gündü. Bu günde ulusal çapta çeşitli faaliyetler yapıldı.

3- 9 Kasım arası Organ Bağışı haftası olduğu için organ naklinin önemine vurgu yapmak için Sakarya İl Sağlık Müdürü organ bağışının gerekliliği hakkındaki basın açıklaması yaptı. Habertürk Gazetesi’nde yer alan bu açıklamanın metnini ve haber linkini aşağıda bulabilirsiniz.

 

Ülkemizde 7 milyonun üzerinde diyabetli olduğu, yaklaşık 3 milyon kişinin ise diyabetli olduğundan haberdar olmadığı yapılan çalışmalarla saptanmıştır. Obezitenin artışına paralel olarak diyabet hastalığında hızlı bir artış vardır. Diyabeti önlemek amacıyla Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı’ başlatılmıştır. Diyabet konusunda toplumda farkındalığı arttırmak amacıyla tüm dünya ile aynı anda ‘14 Kasım Dünya Diyabet Günü’ kutlanmıştır. Sağlık Bakanlığının konuyla ilgili açıklaması aşağıda linkte mevcuttur. Ayrıca 14 Kasım Dünya Diyabet ve Obezite Haftası için Prof. Dr. İlhan Yetkin’nin Posta Gazetesi’nde yer alan açıklaması aşağıda verilmiştir.

Dünya Diyabet Günü ile ilgili Sağlık Bakanlığı basın açıklaması aşağıdaki linkte yer almaktadır: http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-17513/14-kasim-dunya-diyabet-gunu.html

14 Kasım Dünya KOAH Günü nedeniyle Sağlık Bakanlığı 13 Kasımda basın açıklaması yapmıştır. KOAH’ nın nedenleri ve öneminin vurgulandığı açıklamada risk faktörleri bulunan 40 yaş üstü sigara içen kişilerin ‘nefes ölçüm testi’ yaptırmasının öneminden bahsedilmiştir. Basın açıklamasının ayrıntıları aşağıdaki linkte mevcuttur.

 

Dünya KOAH Günü Sağlık Bakanlığı basın açıklaması aşağıdaki linkte yer almaktadır: http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-17515/dunya-koah-gunu.html

 

Bunun dışında İlker Belek’in SolPortal’da yer alan köşesinde yazdığı “Türkiye Sağlıkta Başarılı mı?” başlıklı yazıyı sizinle paylaşmayı uygun gördük. Basında sağlık köşesinde bu ay 18 Kasım 2012 tarihinde Çanakkale’de TTB, TBB ve TMMOB tarafından yapılan bölgede yürütülecek olan altın madenciliğine karşı yapılan basın açıklamasını size duyurmak istedik. Bu açıklama yerel ve ulusal basının da gündeminde yer alabildi.

Arşiv bölümümüzde ise Kasım ayı içinde andığımız Nusret Fişek hocamızın 30 Kasım 1963 tarihli yazısını Basında Sağlık köşesine taşıdık.

 

HABERTÜRK

http://www.haberturk.com/saglik/haber/791054-sirada-binlerce-hasta-var

4 KASIM 2012

SIRADA BİNLERCE HASTA VAR

20.169 kişinin çeşitli organ nakli için beklediği ülkemizde bu rakamın 17 bin 997’sini böbrek nakli için bekleyen hastalar oluşturuyor. 2011 yılında sadece 320 organ bağışı yapılan ülkemizde organ bağışının önemine dikkat çekmek için 3-9 Kasım tarihleri arasında kutlanan Organ Nakli Haftasında toplumun organ nakli konusunda daha da bilinçlendirilmesi hedefleniyor.

 

Sakarya İl Sağlık Müdürü Dr. Murat Alemdar, Organ Bağışı’nın ‘ Kişi hayatta iken, kendi iradesi ile tıbben yaşamı sona erdikten sonra doku ve organlarının başka hastaların tedavisinde kullanılmasına izin vermesi’ olduğunu belirterek; ‘ Ülkemizde yaklaşık 20.000 kişi hayatlarını devam ettirmek için organ nakline ihtiyaç duymaktadır. Özellikle kalp ve karaciğer nakli bekleyen hastalar uygun ve yeterli verici olmaması nedeniyle kısa süre içinde hayatlarını kaybetmektedir. Yine Şeker Hastalığı, Hipertansiyon gibi kronik hastalıkların sonucunda oluşan özellikle Böbrek Yetmezliği her geçen gün artan vaka sayısı ile ülkemiz için kanayan bir yaradır. Bugün Böbrek Nakli için bekleyen  17.997 hastamız vardır’ dedi.

 

Hayatta iken kişilerin kalp, böbrek, karaciğer, akciğer, pankreas, incebağırsak, kornea, kas, kemik iliği gibi organlarını bağışlayabileceklerini anlatan Alemdar, “18 yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan bir kişiden organ ve doku alınabilmesi için vericinin en az 2 tanık önünde bilinci açık ve tesirden uzak olarak önceden verilmiş yazılı, imzalı veya sözlü olarak beyan edip imzaladığı tutanağın hekim tarafından imzalanması gerekir. Organ bağışında bulunan kişilerin Organ Bağışı Kartlarını üzerlerinde taşımaları ve aile yakınlarına konu ile ilgili bilgi vermeleri gerekir. Çünkü kişide beyin ölümü gerçekleştiğinde akrabalarının organ bağışı için karar vermeleri gerekmektedir” şeklinde konuştu.

Alemdar açıklamasını şöyle tamamladı: “Halkımızın organ bağışı konusunda hassasiyetlerinin artması, ancak bu saye de; bizlerin de ihtiyacımız olduğunda organ bulunabileceği açıktır. Ne yazık ki bizler ancak alıcı durumuna gelince bağışın önemini fark edebiliyoruz. 3-9 Kasım Organ Bağışı Haftası önderliğinde tüm halkımızın organ bağışında katılımlarını gönülden desteklemekteyiz.”

 

 

POSTA GAZETESİ

 

http://www.posta.com.tr/saglik/tipdunyasi/HaberDetay/-10-milyonun-uzerinde-diyabetli-var-.htm?ArticleID=148038

 

13 KASIM 2012

‘10 MİLYONUN ÜZERİNDE DİYABETLİ VAR’

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Yetkin: “2012 yılı itibariyle Türkiye’de diyabetli sayısı 10 milyonun üzerinde”

Prof. Dr. İlhan Yetkin, Dünya Diyabet ve Obezite Haftası dolayısıyla yaptığı açıklamada, tüm dünyada ve Türkiye’de diyabetli sayısının her geçen gün arttığını belirtti. Yetkin, “2012 yılı itibariyle ülkemizde diyabetli sayısı 10 milyonun üzerinde. Ankara ve çevresinde ise her 5 Ankara’lıdan birinde şeker hastalığı olduğunu söyleyebiriz. İnsanlarımız ve ülkemiz adına çok önemli bir halk sağlığı sorunu olduğu anlaşılabilir” ifadesini kullandı. Yetkin, diyabetin en önemli yan etkileri arasında körlük, böbrek yetmezliği, ayak kesilmeleri gibi durumların olduğunu aktararak, dünyada her 10 saniyede bir insanın diyabetin komplikasyonları nedeniyle öldüğüne işaret etti. Diyabet hastalığıyla mücadelenin önemini vurgulayan Yetkin, şunları kaydetti:”İnsanlar beslenmelerine özen göstermekle ideal kilolarını korumalıdırlar. Aktif spor yapmalıdırlar. Şeker hastalığıyla ilgili tetkikleri düzenli yaptırmalı ve tedavi için hekim kontrolünde verilen ilaçları düzenli kullanmaları gerekmektedir.”

 

 

 

HASUDER

 

20 KASIM “DÜNYA SİGARAYI BIRAKMA GÜNÜ” Nedeniyle

HASUDER Tütün ile Mücadele Çalışma Grubu’ndan Çağrı:

SİGARA YA DA SAĞLIK ? SİZ SAĞLIĞI SEÇİN..

ÇOK GEÇ OLMADAN, BUGÜN, SİGARAYI BIRAKIN !

20.11.2012

 

http://hasuder.org.tr/anasayfa/index.php/anasayfa/591-duenya-sigaray-brakma-guenue#addcomments

 

Sigara bağımlılığı tedavi edilebilir bir hastalıktır !

Birey karar verdiğinde bilimsel olarak kanıtlanmış yöntemlerle bu hastalıktan kurtulmak mümkündür !

 

Küresel Yetişkin Tütün Kullanımı Araştırması-Türkiye 2012 yılı verilerine göre 15 ve daha yukarı yaştaki bireylerden tütün ve tütün mamulü kullanımını 12 ay içerisinde bırakmayı planlayanların yüzdesi 35,4 olarak elde edilmiştir. Bir başka ifadeyle günümüzde 100 sigara içicisinin 35’i sigarayı bırakmayı planlamaktadırlar. Bu rakamın 2008 yılında %27,8 olduğu düşünüldüğünde bırakma planlama toplumsal düzlemde artmıştır.[1]

 

Bugünün koşullarında sigara içmeyi bırakmak isteyen yurttaşlar için ülkemizde Sağlık Bakanlığı ALO 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı, Sigara Bırakma Polikliniklerine Başvuru gibi seçenekler bulunmaktadır. Dünyada 50’den fazla ülkede var olan sigara bırakma ile ilgili hatların %60’ının yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerdedir.  Bu gibi hatların bütün ülkelerde kurulması değerlidir. Üstelik “ücretsiz” hatların yoksul içiciler tarafından daha da ulaşılabilir olabileceği de unutulmamalıdır. Bırakma danışma hatlarının bir ülkede yılda bütün sigara içicilerinin %6’sına ulaştığı tahmin edilmektedir.[2]

 

Ülkemizde ALO 171 Sigara Bırakma Danışma Hattı başvurusu sonrası başvuran kişinin gereksinimi tespit edildiğinde sigara bırakma polikliniklerine yönlendirme de yapılmaktadır. Bu seçeneklerin varlığı oldukça önemli olmakla birlikte hekimlerin de içinde bulunduğu sağlık çalışanlarının sigara bırakma konusunda standart bilgi ve uygulamalarının varlığı da çok önemlidir. Hekim sigara bırakma konusunda kendisine başvurana doğru yönlendirme yapabildiğinde sigara içenin bırakma başarısı %84 artmaktadır.[3]

 

Sigara bırakıldığı andan itibaren sağlık açısından riskler gerilemeye başlamaktadır. Örneğin, bıraktıktan 12 saat sonra kandaki egzoz gazı (karbon monoksid) seviyesi azalmaya başlamaktadır.[4] Kalp ve damar hastalıkları, inme, yüksek tansiyon gibi süregen hastalıkların da içinde bulunduğu risklerin yıllar içinde azaldığı da bilinmektedir. Sigara içmeme davranışı sürdürülebildiğinde, bazı riskler açısından sigara içmeyenlerle eşit seviyeye gelinmesi de mümkündür.

 

Bütün bu gerekçelerle HASUDER-Tütün İle Mücadele Çalışma Grubu (TMÇG) üyeleri, 20 Kasım Dünya Sigarayı Bırakma Günü’nde sigara içen bütün bireyleri sigarayı bırakmaya davet etmektedir.

Sigara ya da Sağlık ?

Siz Sağlığı Seçin..Çok geç olmadan, BUGÜN, sigarayı bırakın !

Saygılarımızla,

HASUDER TMÇG Üyeleri

 

[1] Küresel Yetişkin Tütün Kullanımı Araştırması, 2012. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13142.18.11.2012.

[2] http://www.who.int/tobacco/publications/smoking_cessation/quit_lines_services/en/index.html. 18.11.2012.

[3] http://www.who.int/tobacco/quitting/summary_data/en/index.html. 18.11.2012.

[4] http://www.who.int/tobacco/quitting/en/. 18.11.2012.

 


HASUDER

 

Sizden Sonrakilere Bırakabileceğiniz En Anlamlı Miras Hayatın Kendisidir

Pazartesi, 05 Kasım 2012 13:43

 

http://hasuder.org.tr/anasayfa/index.php/anasayfa/585-szden-sonraklere-birakablecenz-en-anlamli-mras-hayatin-kendsdr

 

Görevini yapamayacak durumda olan bir organın, sağlam bir organ ile değiştirilmesi “organ nakli” olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde ülkemizin pek çok ilinde bulunan merkezlerde başarılı bir biçimde uygulanabilen organ nakilleri çok sayıda hasta için gerçek anlamda bir yaşama umududur. Örneğin, kronik böbrek yetmezliği nedeniyle yaşamlarını hemodiyaliz cihazına bağımlı olarak sürdüren ya da ileri derecede kalp ve karaciğer rahatsızlığı olan kişiler için tek yaşam umudu organ naklidir.

 

Nakil amacıyla kullanılacak organlar temel olarak iki kaynaktan sağlanmaktadır. Bunlardan ilki, nakil bekleyen hastaların yakınları tarafından yapılan bağışlardır; böbrek ve kısmen de karaciğer nakillerinin önemli bir kısmı bu yolla gerçekleştirilmektedir. Kaynaklardan diğeri, beyin ölümü gerçekleşmiş ve yeniden yaşama dönme şansı bulunmayan hastalardır. Ağır beyin hasarı sonucunda beyin ve beyin sapı işlevlerinin tam ve geri dönüşümsüz biçimde kaybedilmesi olan beyin ölümü kararı, Anesteziyoloji ve Reanimasyon, Nöroloji, Beyin Cerrahi ve Kardiyoloji uzmanı hekimlerden oluşan bir ekip tarafından verilmektedir. Bu hastalardan sağlanan bağışlar ile böbrek, karaciğer, kalp, akciğer, pankreas, kemik iliği, kornea, kemik ve uzuv nakilleri yapılabilmektedir.

Gelişmiş ülkelerde yapılan organ nakillerinin önemli bir kısmı beyin ölümü gerçekleşmiş hastalardan sağlanan bağışlar ile gerçekleştirilmektedir. Örneğin, İspanya’da bu oran %80’dir. Ancak, ülkemizde yaklaşık %20 olan bu oran beklenen ve istenilenin altındadır. Gelişmiş ülkelerde beyin ölümü tanısı koyulan hastaların yakınlarının organ nakline yönelik gösterdiği yoğun özveri ve dayanışmaya karşın, ülkemizde aynı durumdaki hasta yakınlarının önemli bir kısmı organ nakline karşı mesafeli bir tavır sergilemektedir.

 

Organ nakli sayısının artışı ve daha çok sayıda hastanın yaşama umuduna kavuşması için en önemli unsur, kamuoyunda konuya yönelik farkındalığın ve organ bağışı yapan kişi sayısının artmasıdır. Bir kişi hayatta iken gönüllü iradesiyle öldükten ya da beyin ölümü gerçekleştikten sonra, doku ve organlarının bir kısmının ya da tamamının, başka hastaların tedavisi amacıyla kullanılmasına izin vermesine ve bu izni belgelendirmesine “organ bağışı” denilmektedir. 18 yaş ve üzerinde akli dengesi yerinde olan herkes organ bağışı yapabilir. Konuya yönelik bilgi almak ve bağışta bulunmak için size en yakın Sağlık Bakanlığı ya da Üniversite Hastanesinde bulunan Organ Nakil Koordinatörlüğü’ne başvurulması yeterlidir.

 

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği olarak 03 – 09 Kasım Organ Bağışı Haftası’nda, “Bağışlanan her organ yaşama tutunan bir insandır” inancıyla, tüm halkımızı organ bağışında bulunmaya ve çaresizlerin çaresi olmaya davet ediyoruz. 5.11.2012

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği Yönetim Kurulu

 

 

 

İLKER BELEK

TÜRKİYE SAĞLIKTA BAŞARILI MI?

24.10.2012

SolPortal

 

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ilker-belek/turkiye-saglikta-basarili-mi-61379

 

Başbakana, Sağlık Bakanına sorarsanız öyle.

Bu başarı öyküsünü, halkın sağlık hizmetinden memnuniyet düzeyindeki artışı (ki bunu kendileri ölçüyorlar), hastanelerdeki MR, tomografi gibi ağır teknoloji yığınağının büyümesini, hasta başına ayrılan zamanın kısalmasına karşılık halkın daha çok hekim tüketmesini, özel hastane sayısının artışını kanıt olarak göstererek yazıyorlar.

Oysa çok teknoloji, ilaç, hekim tüketmek sağlık sisteminin başarısını kesinlikle göstermeyeceği gibi, çoğu kez başarısızlığın bir kanıtıdır.

Halk çok teknoloji, ilaç, hekim tüketmekten memnun oluyorsa, ki Türkiye’de kesinlikle böyledir, halkın bu memnuniyeti sağlık yönetiminin başarısızlığının bir göstergesi olarak okunmalıdır.

* * *

Başarı noktası üzerinde özellikle duruyoruz. Bunun esas olarak iki nedeni bulunuyor: Birincisi Sağlık Bakanlığı, hükümet ve Başbakan, Türkiye’nin sağlıkta başarılı olduğu izlenimini yaratıyorlar, bunun üzerinden de popülist politikalarının zeminini sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Hatta Başbakan çok yakın bir geçmişte Türkiye sağlık sistemini ABD için örnek olarak gösterdiğini bile açıkladı.

İkincisi, bir sağlık sisteminin tedavi edici sağlık hizmetleri üzerinden başarılı olabileceğini ileri sürmek, bizim sorun olarak saptadığımız bu olgunun, yapısal bir politika olarak daha ileri boyutlarda sürdürüleceği anlamına da gelir. Nitekim öyle de oluyor. Türkiye sağlık sisteminin tedaviye bağımlılığı artıyor. Bu uyuşturucu gibi bir şey: İlaç, teknoloji ve hekim tüketiminin ivmesi her geçen yıl büyüyor.

Daha çok tüketmenin başarılı olmanın koşulu olduğunun ileri sürülmesi: Bağımlılık dediğimiz şey budur. Bunun sonucu ise sağlık harcamalarındaki sürdürülemez artıştır, sağlık şirketlerine kamu eliyle rant aktarımıdır.

Türkiye’de bu sağlık hizmeti tüketim çılgınlığının sağlık sisteminin özelleştirilmeyle birlikte seyretmesi sorunu daha da ağırlaştırıyor. Bizim sağlık ekonomisinde arzın uyardığı talep dediğimiz olgu özelleştirme zemininde ortaya çıkıyor ve sorunu bir çıkmaz sokağa sürüklüyor.

Yukarıda özetlediğimiz iki nedenle sağlıktaki başarının gerçek yüzünü anlamaya ve anlatmaya çalışmak Türkiye’de yurtsever bir görevdir.

* * *

Bir ülkenin sağlıktaki başarısı ilaç, teknoloji, hekim tüketim miktarına bakarak değil, sağlık göstergeleri değerlendirilerek ölçülür. Çünkü, sağlık hizmeti üretim sürecinde kullanılan bütün araçlar sağlık içindir, bunların etkisi sağlık göstergeleri üzerinden ölçülür.

Belli düzeydeki bir sağlık göstergesine ne kadar az kaynak tüketerek ulaşıyorsanız ya da elinizdeki kaynakları en yüksek sağlık çıktısını elde etmek üzere organize edip kullanıyorsanız sağlıkta o kadar başarılısınız demektir.

Biz bu amaçla değişik sağlık göstergelerini değişik biçimlerde kullanarak makro ekonomik verimlilik analizleri gerçekleştiriyoruz.

Aşağıdaki tablolar bu amaçla düzenlenmiştir.

* * *

Tablo: Türkiye’nin insani gelişmedeki sırası

 

Kaynak: 2005, 2007, 2009, 2011 yıllarına ait Human Devlopment Report

 

Yukarıdaki tabloda Türkiye’nin insani gelişmedeki durumu veriliyor. İnsani gelişme indeksi, sağlık (bebek ölüm hızı olarak), eğitim ve kişi başı gelir göstergelerini içeren bileşik niceliksel bir göstergedir.

Tablodan da görüldüğü gibi Türkiye’nin İGİ açısından dünya ülkeleri arasındaki sıralama yeri yıllar içinde aynı gibidir.

 

Buna karşılık dünya ülkeleri arasında kişi başı gelirde bulunduğu sırası ile İGİ puanı açısından bulunduğu sırası arasındaki fark 2011 yılında, 2009’a göre 9 sıra, daha önceki yıllara göre ise 7 sıra gerilemiş ve performans puanı -25 olarak gerçekleşmiştir. Performans puanının -25 olması Türkiye’nin İGİ puanındaki sırasının gelirdeki sırasına göre 25 basamak aşağıda olduğunu gösterir. Oysa beklenen, gelir ve insani gelişme konumlarının aynı olmasıdır.

 

Kısaca, Türkiye dünya ülkeleri arasında, İGİ bakımından gelirdeki sıralamasının çok altındadır. Bu olumsuz durum gelirini sağlık ve eğitim için kullanmadığını gösterir. Türkiye aynı gelirle insani gelişme açısından 25 sıra daha yukarıda bir sonucu elde edebilir. Bu başarısızlığın nedeni siyasidir, siyasi tercihlerle ilişkilidir.

 

İGİ performans puanı açısından Türkiye’den daha kötü durumda bulunan, yani gelirini Türkiye’den daha kötü değerlendiren ülke sayısı (tabloda görüldüğü gibi) 11’dir. Bu ülkelerin hangileri olduğuna dikkat edilmesi ayrıca önemlidir.

 

 

Tablo: İGİ’de dönemlere göre yıllık gelişme hızı, %

Yukarıdaki tablo ise 1980’den itibaren 10 yıllık dönemler için Türkiye ve Venezüela’nın İGİ puanlarındaki yıllık gelişme hızını gösteriyor.

 

Burada Venezüela’yı özel olarak seçtik. Çünkü Türkiye’de AKP’nin iktidara geldiği dönemle hemen hemen eş zamanlı olarak Venezüela’da da Chavez özel bir sosyal programı uygulayacağına söz vererek seçildi. Chavez’in uyguladığı politikalar gerçekten de tam olarak sosyal içeriklidir. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik hizmetlerinin kamu eliyle sunulmasını ve ağır sanayide de önemli kamulaştırmaları içerir. Türkiye’deki ise hükümetin bütün söylemlerine rağmen bunun tam tersidir.

2000-2011 aralığı, kabaca, Türkiye’de AKP’nin, Venezüela’da ise Chavez’in iktidarını temsil eder. Tabloda izlendiğinde ortaya çıkan gerçek Türkiye’nin insani gelişme puanı açısından durumunun her 10 yıl için kötüleştiğidir. Buna karşılık Venezüela’daki gelişme tam tersi yöndedir.

Bu arada Erdoğan’ın 2002’de Chavez’in ise 1998’de iktidara geldiğini hatırlatalım. Dolayısıyla, Erdoğan için 0.90 olarak görünen puanın bir kısmı bir önceki dönemin yüksek puanının bir hediyesidir. Buna karşılık Chavez için 1.04 olarak görünen puan ise bir önceki dönemin düşük puanı tarafından gölgelenmiştir.

 

Tablo: Türkiye’nin BÖH performansı

Kaynak: 2005 ve 2012 yılları The State of World’s Children

Yukarıdaki tabloda ise yalnızca bir sağlık göstergesine, bebek ölüm hızına odaklanıyoruz. Burada da İGİ’de yaptığımız gibi Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında kişi başı gelir ve bebek ölüm hızında kaçıncı sırada olduğunu gösteriyoruz ve bu iki sıralama arasındaki farka (performans) bakıyoruz.

Türkiye’nin bebek ölüm 2003’te binde 33 (yani dünya ülkeleri arasında epey gerilerde 112. sırada), 2010’da binde 14 (bu hız düzeyiyle sıralamada 81. likte). Aynı yıllar için kişi başı gelirdeki sıralaması ise çok daha yukarılarda: 68. lik ve 52. lik. Her iki yıl için performans puanı da -44 ve -29.

Türkiye bebek ölümündeki performans açısından gelirine göre beklenen düzeyin çok gerisinde yer alıyor. Türkiye AKP döneminde performans puanını 15 basamak geliştirmiş olmakla birlikte halen sıralamada beklenen yerinden 29 sıra aşağıda bulunuyor.

* * *

Bu verilerle Türkiye’nin sağlıkta başarılı olduğunu söylemek açıkça gerçeği çarpıtmak olur.

Türkiye insani gelişme açısından başarısızdır ve başarısızlık derecesi son 10 yıl içinde daha da artmıştır. Türkiye bebek ölümündeki performans açısından da başarısızdır, ancak başarısızlık derecesi AKP döneminde azalmıştır.

Bu durum Türkiye’nin gelirini sağlık, eğitim için değil başka işler için kullandığını gösterir. Bu işler arasında örtülü ödenek harcamaları, savunma giderleri, faiz ödemeleri (ki halen bütçe gelirlerinin yaklaşık %20’si kadardır) vardır.

AKP iktidarı sağlıktaki bu başarısızlığını, halka daha çok ilaç, teknoloji, hekim sunarak örtmeye çalışıyor. Ancak burada da nesnel bir sınırlamayla karşılaşıyor. Tedavi hizmetlerinin gereksiz tüketimi sağlık harcamalarında anormal artışa neden oluyor. Bu gerilim SGK ile hükümet arasında sağlık harcamalarının kısıtlanması gerekip gerekmediği ve kısıtlanacaksa da bunun nasıl sağlanacağı konularında anlaşmazlıklar yaratıyor.

Ancak bu gerilimin sonuçlarından birisinin halka yansıyan katkı paylarının artırılması şeklinde olacağı kesin gibi görünüyor.

 

 

 

 

TTB, TMMOB VE TBB KAZDAĞLARI İÇİN BİR ARAYA GELDİLER

 

19 KASIM 2012

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/haber-3436.html

 

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve Türkiye Barolar Birliği (TBB) Merkez Yönetim Kurulları Kazdağları’nda yaşanacak çevre katliamını engellemek için 18 Kasım 2012’de Çanakkale’de bir araya geldiler.

Ortak basın toplantısına TTB adına Merkez Konseyi Başkanı Özdemir Aktan, Genel Sekreter Bayazıt İlhan, Merkez Konseyi üyesi Fatih Sürenkök ve Halk Sağlığı Kolu Başkanı Cavit Işık Yavuz katıldılar. TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı, TBB Genel Sekreteri Cengiz Tuğral ve TBB Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu Başkanı Ahmet Gürel’in yanında Çanakkale Tabip Odası Başkanı Naci Hasanefendi ve çok sayıda oda, sendika, dernek başkanları, yöneticileri ve akademisyenler, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, CHP Çanakkale milletvekilleri Serdar Soytan ve Ali Sarıbaş’ın da katılımlarıyla gerçekleşen basın toplantısı yaklaşık 2 saat sürdü. Basın toplantısına Ege Bölgesi Tabip Odaları başkan ve yöneticileri de katılarak desteklerini sundu.

TTB, TMMOB ve TBB adına yapılan ortak basın açıklamasını TTB Merkez Konseyi Başkanı Özdemir Aktan okudu.

Toplantıda Biga yarımadası ve Kazdağı yöresinin karşı karşıya olduğu “metalik madencilik” faaliyetleri, sonuçları, ortaya çıkacak ekolojik-sosyal yıkımlar, insan sağlığına olası riskleri konusunda bilgilendirmeler yapıldı. Yörede uzun zamandır mücadele veren halkın temsilcileri de söz alarak katkı sundular. Şu anda sondaj aşamasında dahi yörede yeraltı ve yerüstü sularının kirlenmesine, insanların hastalanmasına, toplu hayvan ölümlerine, ağaç katliamına yol açtığı belirtilen madencilik faaliyetlerinin işletme aşamasında 2,5 milyon insanın içme-kullanma suyunda, tarımsal faaliyetlerinde kullandığı sularda, toprak ve havada yaratacağı kirliliğin ve çevre felaketinin üzerinde duruldu.

Toplantı sonrası Atikhisar Barajı ve Ağı Dağı yöresine inceleme-değerlendirme gezisi düzenlendi.

Yapılan basın açıklamasının metni aşağıdadır:

TTB, TMMOB, TBB ÇANAKKALE’DEN KAZDAĞLARI’NDAN SESLENİYOR…

Bizler Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türkiye Barolar Birliği(TBB) Yönetim Kurulu temsilcileri ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyeleri olarak, Çanakkale ili ve Kazdağları yöresinin binlerce yıllık tarihi, doğal ve yaşam kokan güzelliklerini yine binlerce yıl sonra, bu bölgede yaşayacak olan yurttaşlara taşıyabilmek amacıyla yürütülen mücadeleye destek vermek için buradayız.

Bizler yaşamı savunmak, yaşama hakkımıza sahip çıkmak üzere Kazdağları’ndayız, Çanakkale’deyiz. Yöre halkının sesini büyütmek için buradayız.

Çanakkale ilinin ve Kazdağları bölgesinin eşsiz coğrafyası ve zenginliklerinin, bizden sonraki nesillere bozulmadan aktarılabilmesi, yüreği olan herkesin görev sayacağı bir durumdur. Mesleki duyarlılığımız ve insani yönümüz, dünyada ender olarak bulunan bu bölgenin korunması ve yaşatılması için bize görev yüklemektedir.

Yaklaşık 10 yıldır bölgede sürdürülen maden arama faaliyetlerini hem bireyler olarak hem de meslek örgütleri olarak endişe ile yakından takip ediyoruz. Ancak, bugün Çanakkale’de gelinen nokta, ülkemiz ve gelecek nesiller adına bizi daha da büyük bir endişe içine sevk etmektedir. Arama faaliyetlerinin sona ermek üzere olması, bu arada bölgede binlerce sondajın yapılmış olması, hatta sondajlar sonunda pırıl pırıl suları olan bazı köylerin artık damacana suyu içer hale gelmesi ve daha ilk sondajlarda bu durumun yaşanması bu bölgede yer altı su rezervinin karşı karşıya olduğu tehlikeyi gözler önüne sermektedir.

Ayrıca, madencilik şirketlerinin, ruhsat sahalarının genişliği, şirketlerin kapasite artırımı istekleri, arama faaliyetlerin bu seviyede kalmayacağını göstermektedir. Çanakkale ili sınırları içinde, 6 maden işletmesi için ÇED süreçleri tamamlanmıştır. Bunlardan birisinin kapalı, diğerlerinin açık maden işletmesi olması planlanmaktadır. Bunlardan ikisi için ise, kapasite artırımı ve zenginleştirme tesisi başvurusu yapılmıştır.

Çanakkale ili, Kazdağı yöresi, Biga Yarımadası, Güney Marmara bölgesi tarihi, mitolojik, sosyal, kültürel, jeolojik, ekolojik birçok zenginlik, çeşitlilik ve değişkenlikleri barındıran nadir bölgelerimizden birisidir.  Bölge bereketli toprakları, sulak alanları, yer üstü ve yer altı zenginlikleri, uygun iklim koşullarından dolayı binlerce yıl boyunca insanlığın yerleşim alanı olarak kullanılmıştır. Kazdağı, doğal ve kültürel kaynak değerleri açısından oldukça zengin bir potansiyele sahiptir. Bu değerler Kazdağı kütlesinin tümüne dağılmış durumdadır. Kazdağı, yerüstü ve yeraltı su rezervleriyle, sıcak ve soğuk su kaynaklarıyla, Biga Yarımadası’nın hayat kaynağıdır. Kazdağı, doğal bitki örtüsü olan ormanları, endemik türleri, gen kaynakları ve koruma alanları ile bölgenin yaşam kaynağıdır. Dünyamızın en önemli ekosistemlerinden birisidir. Kazdağı, tarihsel, kültürel, ekolojik ve toplumsal mirasımızdır. Tarım, bölgedeki temel ekonomik etkinliktir. Karasal habitatların başında ormanlar gelmektedir. Çanakkale ilinin il yüz ölçümünün yarısından fazlası ormanlarla kaplıdır.

Tarihi, doğası, temiz havası ve suyu ile anılan bu bölge altın madenciliği girişimleri durdurulmaz ise sadece madencilikle anılır olacaktır. Tıpkı Bergama, Balya, Kışladağı gibi kirlilikle anılır olacaktır. Tıpkı Dilovası gibi, tıpkı Ergene havzası gibi anılacaktır.

Kazdağı ve yöresinde, Biga Yarımadası’nda yaklaşık iki milyon insanın içme suyunu sağlayan kaynakları, sulama göletleri, Karamenderes ve Kocabaş çayının suladığı topraklar üzerinden tüm tarımsal ürünleri olumsuz etkileyecek olan, madencilik faaliyetleri ile ilgili olarak uluslararası altın şirketlerinin ve yerli ortaklarının yürütmekte olduğu çalışmalar bugün tehlikeli bir noktaya ulaşmıştır.

Şimdilik planlanan 6 (altı) adet metalik maden işletmesinin her birinde milyonlarca tonluk toprak ve kaya çıkarılacak, bunlar öğütülecek ve siyanürle işlenerek altına dönüştürülecektir. Bu işlem sırasında yine milyarlarca metreküp su kullanılacaktır. Devasa çukurlar açılacak, yüzlerce metre yükseklikte pasa ve liç yığınları bırakılacak, çevreye kaya tozu, silis tozu, ağır metalli tozlar yayılacak, önlem de alınsa bu yığınlardan doğaya asitli sular yayılacaktır. Kirletilen yer altı suları ile birlikte, bölgenin suyu tüketilecek hatta başka havzalarda yapılacak barajlarla bölgeye su taşınacaktır. Milyar tona yaklaşan kaya kazılacak ve coğrafya değiştirilecektir. Ormanlık alanlar ve bölgenin kendini besleyebilen tarım sistemi yok edilecektir. Çanakkale ve köyleri susuz kalacak ya da su kaynakları ağır metal zengini asidik sulara dönüşecektir. Tarım ve ormancılığın çökmesi ile yöre insanı bölgeyi terk etmek zorunda kalacaktır. Su ve toprak kirliliği, bu bölgeden beslenmek zorunda olan insanların kanser ya da başka kronik hastalıklara yakalanmasına neden olabilecektir. Bütün bu manzara, belki de bugünden öngörebildiğimiz sorunların sadece bir bölümüdür.

Emek ve doğa toplumun maddi zenginliğini oluşturur. Kapitalizm, emek gücünü iş gücü, doğayı da hammadde ve kaynak olarak ele alarak sermaye birikimini ve büyümesini gerçekleştirir. Kapitalizmin varoluşu ve kendini sürdürebilmesi; insanımızın piyasa koşullarında sefalete mahkûm edilmesiyle, çalışanların işsiz kalma korkusu altında her defasında daha düşük ücretle ve daha kötü yaşam koşullarını kabul ederek çalışmalarıyla, doğayı hammadde deposu ve kaynak olarak daha ucuza mal etme arayışı ile mümkündür. Sömürerek büyümeye devam eden sermaye doğanın kendi varlık koşullarını yenileyebilme olanaklarını ortadan kaldıracak şekilde tüketerek, insanoğlunun varlık koşullarını da zorlamaktadır.

Yaşanan değişimler küreselleşen kapitalist dünyanın doğayla ilişkilerine de yansımıştır. Onlara göre, ormanlar, balık alanları, meralar, yeraltı ve yerüstü sularının ortak kullanılan kaynaklar olmaları ve mülkiyet haklarının iyi tanımlanmamış olması nedeniyle piyasa düzgün çalışmamaktadır. Onlara göre doğal kaynakların korunması ve piyasanın düzgün çalışması için bu kaynakların ya özelleştirilmesi ya da bedelini ödeyerek kullanmaya razı olan insanların kullanımına açılması gerekmektedir. Bu görüşler doğrultusunda çevre alınır satılır bir meta olarak uluslararası ticaretin konusu haline getirilmiştir. Uluslararası sermayenin, geldiği ülkede üretimden pazarlamaya kadar mülkiyet edinme de dâhil olmak üzere hiçbir sınırlama ve denetimle karşılaşmaması için kuramsal ve kurumsal düzenlemeler tüm dünyada olduğu gibi pervasız bir şekilde ülkemizde de yapılmıştır, yapılmaya devam etmektedir. Bu düzenlemelerde çevre de ticaretin konusu haline getirilmiştir. Eğitim ve sağlık alanında olduğu gibi doğal kaynaklar ve çevreyle ilgili hizmetler de serbest piyasada alınır satılır mallar haline getirilmiştir.

Oysa; 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesi; “yaşam hakkı” çerçevesinde ‘Sağlık Hakkı’na yer vermiştir. “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”nin 12. maddesi de sağlık hakkını tanımlarken, çevre sağlığını ve sanayi temizliğini her yönüyle ileriye götürme ve salgın hastalıkların, yöresel hastalıkların, mesleki hastalıkların ve diğer hastalıkların önlenmesinden bahsetmektedir. Anayasamız, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı olduğunu belirtirken, çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesinin önlenmesini hem devlete hem de vatandaşa yerine getirilmesi zorunlu olan bir görev olarak vermektedir. Bu nedenle doğa ve insan yaşamı üzerinde olumsuz yönde risk oluşturabilecek bir faaliyete ekonomik değeri düşünülerek izin verilmesi Anayasamızın çevrenin korunması ile ilgili hükümlerine aykırıdır.

Ülkemizde altın madenciliği konusunda yaşanan Bergama tecrübesi birçok gerçeği gözler önüne sermiştir. Ancak on yıl önce yargı kararlarına rağmen Bergama’da sürdürülen yanlış bugün Çanakkale ili ve Kazdağları’nda da inatla devam etmektedir.

Türk Tabipleri Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği ve Türkiye Barolar Birliği olarak bizler siyasal iktidarı ve yetkilileri bir kez daha uyarıyoruz.

Siyasal iktidara ve ilgililere sesleniyoruz:

Gelin ilk ağaç kesilmeden, ilk kazma vurulmadan, ölüm çukurları açılmadan, toprağımız ve havamız bozulmadan, sularımız zehirlenmeden ve bölgemiz susuz kalmadan önce bir kez daha düşünün. Bölge hakkında yerel örgütlerimizin ve uzman meslektaşlarımızın hazırladığı onlarca raporu algılamaya çalışın. Yöre halkının haklı sesini duyun. Bölgedeki tüm arama, işletme faaliyetlerini durdurun, ruhsatları iptal edin.

Meslek örgütleri olarak bizler, bu bölgede yürütülen direnişi saygıyla selamlıyor ve sonuna kadar destekliyoruz.

Ve şunu söylüyoruz ki; ne vaat ederlerse etsinler bu güzellikleri görmeyerek yağmalayanları, buna izin verenler ya da görmezden gelenleri, bugün bizler, yarın gelecek kuşaklar asla hoş görmeyeceklerdir.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ

TÜRK MÜHENDİS VE MİMAR ODALARI BİRLİĞİ

TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ  

 

 

ARŞİVLERDEN

http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/3ho5XNCLSDO_x2B_UTtS_x2B__x2B_ou4g_x3D__x3D_

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Galerideki Resimler

YORUM YAZ


Lütfen doldurunuz *

Henüz yorum yapılmamış.