On-line ISSN:2147-155X

Basında Sağlık Köşesi – Ocak 2013

5 Ocak 2013, Cumartesi, 11:32 | Basında Halk Sağlığı | 1.462 kez okundu | 0 yorum
Basında Sağlık Köşesi – Ocak 2013  Ocak ayının basında sağlık köşesinin gündemini Zonguldak Kozlu’da yaşanan ve 8 kişinin ölümü ile sonuçlanan maden kazası olacaktır. İş sağlığı ve güvenliği ülkemizde en sorunlu alanlardan bir tanesidir. Halk Sağlığı uzmanlığının da önemli çalışma alanlarından birisi olan bu konuda hepimize önemli görevler düşmektedir. Ülkemiz iş kazaları ve özellikle de ölümlü […]

Basında Sağlık Köşesi – Ocak 2013

 Ocak ayının basında sağlık köşesinin gündemini Zonguldak Kozlu’da yaşanan ve 8 kişinin ölümü ile sonuçlanan maden kazası olacaktır. İş sağlığı ve güvenliği ülkemizde en sorunlu alanlardan bir tanesidir. Halk Sağlığı uzmanlığının da önemli çalışma alanlarından birisi olan bu konuda hepimize önemli görevler düşmektedir. Ülkemiz iş kazaları ve özellikle de ölümlü iş kazaları oldukça önemli yer tutmaktadır. İş Sağlığı Güvenliği Meclisi’nin bildirdiği rakamlara göre, Aralık ayında 78 , 2012 yılında 878 işçi hayatını kaybetmiştir. Çoğunun önlenebilecek basit nedenlere bağlı olduğu bu soğuk rakamların bize kaybedilen yaşamları ifade ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim. Bu ölümlerin ne karşılığında olduğunun ise değerlendirmesini işverenlerin, iş yeri hekimlerinin, iş güvenliği ile uğraşan herkesin, sendikaların, Türk Tabipleri Birliği’nin, HASUDER’in, ilgili Bakanlıkların  ve politikacıların doğru yapması gerektiğini düşünmekteyim.

Maden kazaları ile ilgili olarak Sedat Ergin’in köşesinden bir yazıyı sizinle paylaşmayı uygun gördük. Sayın Ergin kazalarla ilgili taşeronlaşma ve performans sisteminin etkileri hakkında hepimizi bir kez daha uyarıyor. Sağlık sistemimizde de taşeronlaşma ve performansın yeri düşünülünce bu yazıyı iki kez okumak gerektiğine inanıyoruz.

Maden kazaları iş kazaları içinde hep önemli bir yer edinmiştir. Zaman zaman kader söylemiyle atlatılmaya çalışılan bu kazalar ülkemizde her daim çok acılara yol açmıştır. Bu sayının arşivlerden bölümü de yakın zamanda yaşanmış çok acı iki kazanın haberine ayrılmıştır. Belki bu acı haberler okuyanları rahatsız edebilir. Ancak biz bugünün refah ve mutluluğunun öncelikle geçmişin acılarını iyi okumak ön koşuluna bağlı olduğunu düşünmekteyiz.

Sağlıkta Dönüşüm her zaman gündemimizdeki önemini kaybetmeyecek gibi görülmektedir. Aslında yıllarca teorik tartışmalarını yaptığımız dönüşümü tartışmak, artık herkesin hissedeceği boyutlarda sonuç ürettiği için olsa gerek daha kolay bir noktaya gelmiştir. Bu bölümde Kayhan Hocamızın Kamu Hastane Birlikleri ile ilgili yaptığı bir açıklamayı sizinle paylaşıyoruz. Ayrıca Osman Elbek hocamızın köşesinde yaptığı değerlendirme de konuyla ilgili olması açısından gündemimizde yar almaya değer bulunmuştur.

Ocak ayında gündemde olan bir diğer konu kızamık olmuştur. Bölgemizde yaşanan siyasal kargaşaların da bir sonucu olarak kızamığın tekrar gündemimize çıkabileceğinin ilk uyarılarını almaya başlıyoruz. Bu konuda henüz net bir bilgimiz olmasa da Ocak ayında bir askeri birlikte kızamık salgını bilgisi ajansların gündemine yansımıştır. Bu konuda Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılan basın açıklamasını sizinle paylaşıyoruz.

Bunun dışında ajanslara düşen haberlerden seçmeler yapmaya çalıştık. Tüm bu haberleri Ocak Ayı Basında Sağlık Köşesinde bulabilirsiniz.

Doç.Dr.Coşkun Bakar

Yrd.Doç.Dr.Sibel Cevizci

BASINDA SAĞLIK – OCAK – 2013

http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/zonguldak-kozlu-komur-ocaginda-patlama-8-isci-buyuk-ihmal-sonucunda-oldu-haberi-65718

 Zonguldak Kozlu kömür ocağında patlama: 8 işçi büyük ihmal sonucunda öldü!

 Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun Zonguldak Kozlu’da bulunan kömür ocağında patlama meydana geldi. İlk bilgilere göre 8 işçi hayatını kaybetti.

Güncelleme: 23:36
TTK Kozlu Müessese Müdürlüğü maden ocağında meydana gelen göçükte yaşamını yitiren 8 işçiden Köksal Kadıoğlu, Muhsin Akyüz, Satılmış Arslan, Hasan Bozacı ve Muharrem Yapıcı’nın cesetleri çıkarıldı. Ocak önünde bekleyen ölen işçilerin yakınları, cesetlerin ambulanslara taşınması sırasında sinir krizi geçirdi. Cesetleri taşıyan maden işçileri ile ocak önünde bekleyenlerin bazıları da gözyaşlarını tutamadı. Cesetler, Zonguldak Atatürk Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Kömür yığını altında bulundukları belirtilen Hüseyin Kürekçi, Yüksel Koca, Ahmet Şeker’e ise hala ulaşılamadı.


Güncelleme: 20:30
GMİS Genel Başkanı Eyüp Alabaş yaşanan gaz patlaması ile ilgili verdiği bilgide çalışmaların hızla sürdüğünü ifade ederek, olay yerinden bilgi almaya çalıştıklarını söyledi.

Alabaş yaptığı açıklamada, gaz yükselmesinin uzaktan izleme sistemi ile fark edildiğini ve olay yerine öncelikle tahlisiye ekipleri ile mühendislerin indiğini ifade ederek, “TTK Kozlu müessesinde -630 kotunda TTK hazırlık işlerini yapan taşeron firmanın bulunduğu bölgede saat 12 itibari ile uzaktan izleme sisteminin olduğu bölge de gaz yükselmesi fark ediliyor. TTK mühendis ekipleri ve işletmedeki arkadaşlarımız o bölgeye intikal ettiler. Şu anda biz de o bölgeden bilgi almaya çalışıyoruz. Burada çalışan arkadaşlarımız var. Bildiğiniz gibi ilk etapta o bölgede gazın havalandırma istikametindeki arkadaşlarımızın da kısmi olarak etkilenme durumları var. İlk çıkan arkadaşlarımız da o istikamette çalışan arkadaşlarımız. O bölgeye sağlık ekiplerimiz de indi. Hepimize geçmiş olsun diyorum. Sağlıklı bilgileri ilerleyen saatlerde vermek daha doğru olur diye düşünüyorum” dedi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve beraberinde Bakan Yardımcısı Halil Etyemez’in Ankara’dan yola çıkarak Zonguldak’a hareket ettiği belirtiliyor.

 http://haber.sol.org.tr/sonuncu-kavga/maden-iscileri-bile-bile-olume-boyle-gonderildi-haberi-65873

Maden işçileri bile bile ölüme böyle gönderildi

Zonguldak’ta 8 madenciye mezar olan TTK Kozlu Maden Ocağı’nda soruşturma devam ederken, 2010 ve 2011 yıllarında yapılan tüm resmi denetimlerde Kozlu Madeni’nde “hayati risk” ve birçok eksik olduğu tespit edilmiş.

Zonguldak’ta 8 madenciye mezar olan TTK Kozlu Maden Ocağı’nda soruşturma devam ederken, 2010 ve 2011 yıllarında yapılan tüm resmi denetimlerde Kozlu Madeni’nde “hayati risk” ve birçok eksik olduğu tespit edilmiş.

Zonguldak Kozlu’da 8 madenciye mezar olan TTK Kozlu Maden Ocağı’nda hayati riskin tespit edildiği, madenin üç ayrı fayın kesişme noktasında bulunduğu ve birçok eksiğe sahip olduğu ortaya çıktı.
8 işçinin hayatını kaybetmesine neden olan Kozlu’daki iş cinayetinin ardından AKP hükümetinin “tesadüf ve kader” demesine karşın olayın tesadüf değil, işçilerin bile bile ölüme gönderildiği ortaya çıktı.

2010 ve 2011’de yapılan tüm resmi denetimlerde TTK Kozlu Madeni’nde “hayati risk” tespit edildiği, madenin üç ayrı fayın kesişme noktaları arasında bulunduğu ortaya çıktı. Zonguldak’taki işletmelerde, ilave havalandırma sistemi, merkezi izleme sistemi ve ocakları çift yolla yer üstüne bağlanması sisteminin bulunmadığı da belirlendi.

Metan gazı yoğun, kaza olmaması tesadüf

Sayıştay müfettişlerinin 2010 ve 2011 tarihli raporlarında, “Vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir” ifadelerine yer verildi.

Sayıştay Müfettişleri TBMM KİT Komisyonu’na gönderdikleri raporda şu değerlendirmeyi yapmış:
“Kömür havzasının ve özellikle taş kömürü havzalarının, kömürleşme sürecinin bir sonucu olarak yüksek oranlarda metan gazı içerdiği, ocakların derinleşmesi ile gaz içeriklerinin arttığı bu şartlarda faaliyet göstermenin tek koşulunun ise iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin kurallar ve hükümlere titizlikle uyulmasının olduğu aşikardır.

Gerek Müessese yetkilileri ve yapı denetim elemanları, gerekse Kurum İş Güvenliği ve Eğitim Daire Başkanlığı Denetim Şube Müdürlüğü elemanları ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı Müfettişlerince Firma İşyerlerinde yapılan denetimler sonucu düzenledikleri Rapor ve Tutanaklardan firmanın iş güvenliğine yönelik alınması gereken önlemler konusunda da hassasiyet göstermediği, bu arada vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir.”

“Star A.Ş.inşaat şirketi, madencilikte tecrübesi yok”

TBMM KİT Komisyonu’nun CHP Grubu sözcüsü İstanbul Milletvekil Aykut Erdoğdu, söz konusu raporu daha önce komisyonda tartıştıklarını, raporda yer alan öngörülerin gerçekleşmesinin olayın ciddiyetinin gösterdiğini ifade etti.

Sayıştay’ın TBMM KİT Komisyonu’na gönderdiği raporlara göre, madeni ihale kapsamında alan şirket, yükümlülüklerini yerine getirmemiş, temel işletme araçlarını karşılamamış ve işçi ücretlerini ödememiş. Ücretini alamayan işçiler iki hafta iş bırakma eylemi yapmasına karşın, sözleşme feshi gündeme gelmemiş.

Sayıştay raporunun 80’nci sayfasında ihaleyi alan Star A.Ş.’nin bir inşaat şirketi olduğu, madencilikle ilgili hiçbir tecrübesinin bulunmadığı vurgulandı. Bu durumun işçi sağlığı ve güvenliğini büyük riske attığı tespitine de yer verildi.

Raporda ‘.. firmanın iş güvenliğine yönelik alması gereken önlemler konusunda da hassasiyet göstermediği, bu arada vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir’ ifadelerine yer verildi.

Kozlu işletmesi üç fayın ortasında

Ayrıca Meclis’te madencilik sektöründeki sorunların araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurulmuş, komisyon tarafından hazırlanan raporda, 20 Mart 2010’da Kozlu Müessese Müdürlüğü’ne yapılan ziyaretteki izlenimlere de yer verilmişti.

Komisyon raporda, müessese hakkında brifing alındığı belirtilerek ‘Kömür ocağında, -560 kotuna inilerek deniz seviyesinin altında kömür üretimi yapılan ayaklarda incelemelerde bulunulmuştur. Kozlu işletmesinin 3 adet fayın kesişme noktaları arasında kurulu olduğu ifade edilmiştir’ denildi.

Patlama ihtimali bulunan ocakta koruyucu ekipman eksik

Bir gün sonra komisyonun Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şubesi’ne yaptığı ziyarette, işletmelerin ilave havalandırma sistemi ve merkezi izleme sistemi ile çift yolla yer üstü bağlantısı olmadığı ifade edildi. Acil eylem planının hazırlanmasına ihtiyaç olduğu belirtilerek, her vardiyada maden mühendisinin bulunmadığı ocakta benzeri birçok eksikliğin bulunduğu vurgulandı.

Raporun diğer bölümünde patlamalara karşı uygun ekipman kullanılmadığına dikkat çekilerek,”’Patlama ihtimali bulunan ocaklarda ATEX uyumlu donanım ve koruyucu sistemlerin kullanımı yetersiz. Muhtemel Patlayıcı Ortamda Kullanılan Teçhizat ve Koruyucu Sistemler ile İlgili Yönetmelik’e uyumlu ekipmanların kullanımı konusunda etkin denetim sağlanmalı, bu ekipmanların tamir ve bakımları ile ilgili olarak Yönetmelik’te belirtilen hususlara uyulmalıdır’” ifadelerine yer verildi.

(soL- Haber Merkezi)

Sedat Ergin

11 Ocak 2013-01-11

Hürriyet

 Türk bayrağının örttüğü işçi ölüleri

 ONLARI yine Türk bayraklarıyla sarılı tabutlara koydular morgdan cenaze namazı için camiye götürürken.

Al sancağın tabutu kutsamasıyla birlikte, onların şehitlik mertebesine yükseldiği anlatıldı geride kalan yakınlarına, sevenlerine.

Ve bir kez daha Türk bayrağı, bu ülkenin sorumlu makamlarının ihmallerini, insan hayatını umursamazlıklarını örtmek için kutsal bir kılıf olarak çekildi ölülerin üzerine. 

Göçükte hayatını kaybeden 31 yaşındaki Muhsin Akyüz’ün nişanlısı Funda Aykanat, Uzungüney Köyü’ndeki cenaze töreninde ay-yıldızlı tabutun başında sevdiğinin ölüsüne seslendi: “Yedi sene bunun için mi bekledik. Ben hasta olsam senin canın yanardı. Beni kimlere emanet edeceksin Muhsin?” (*) 

Muhsin onu duyabilmiş miydi dersiniz?

Muhsin’in bir gün önce indiği yerin 630 metre altındaki 14 metrekarelik galeride muhtemel bir kazayı önlemek üzere metan gazını boşaltmak için en az 25 metrelik bir sondaj yapılması gerekiyordu. Oysa yalnızca 9 metrelik sondaj yapılmıştı. 

Maden Mühendisleri Odası Zonguldak Şube Başkanı Erdoğan Kaymakçı’ya göre, galeride her metrekare için ayrı sondaj, yani toplam 14 sondaj yapılması gerekiyordu. Oysa Kaymakçı’ya göre, yalnızca 7 sondaj yapılmıştı. “Bu eksiklik ve ihmaller nedeniyle maalesef 8 arkadaşımızı yitirdik” diye gazetecilere konuştu Kaymakçı. 

Zonguldak Kozlu’daki kömür ocağında geçen pazartesi metan gazı patlaması sonucu meydana gelen göçükte 8 işçinin ölümü, bu yönüyle ilahi bir takdir değil, doğrudan dünyevi bazı tasarrufların bir sonucu olarak karşımıza çıktı.

Çünkü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı çalışma müfettişlerinin bu maden ocağında 2010 ve 2011 yıllarında en az 7 kez denetim yaptıkları ve kazaya yol açabilecek tehlikeli durumları raporlamış oldukları da ortaya çıktı. 

Çalışma Bakanlığı’nın görevi sadece ölüme yol açabilecek kaza olasılıkları konusunda raporlama yapmak mıdır? Bu raporların gereğinin yapılması, sıkı yaptırımlar uygulanarak kazaların önlenmesi, insanların hayatta kalabilmesi için ayrı bir kamu kuruluşu mu ihdas etmek gerekecektir TBMM’den gece yarısı çıkarılacak bir torba yasayla? 

Üstelik yalnızca bakanlık değil, Sayıştay da raporlamış bu madendeki tehlikeyi. Sayıştay’ın TBMM’ye sunulan “Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu Taşkömürü İşletme Müessesesi 2011 Yılı Raporu”, “metan gazını önceden gösterecek sondajları yapılmadan kazılara devam edildiğine” dikkat çekerek şöyle demiş:

Bu sırada vahim bir olayla karşılaşılmamasının tamamen tesadüf olduğu görülmektedir.”
Muhsin’in yaşaması tesadüfe kalmıştı ve o tesadüf de gelmedi.

Göçüğün olduğu madeni bir taşeron firma işletmekteydi. Milliyet’in haberine göre, işçilerin aylık ücreti genellikle 900 ile 1100 lira arasında değişiyordu. Yeni galeri açtıkça “prim aldıklarını” belirten işçiler, “Firmanın hak edişi ilerleyen metreyle orantılı. Ne kadar çok galeri açılırsa o kadar çok para alınıyor. Zamanla yarış var. Bu nedenle de emniyet tedbirlerine gerekli özen gösterilemiyor” diye konuşuyorlar.

Zonguldak faciası, aslında insan hayatına hiçbir değer vermeyen bir taşeronlaşma düzeninin hükümetin göz yummasıyla denetimsiz bir şekilde yürütülmesinin öngörülebilir, doğal bir sonucudur. 2011 yılında 77 işçinin hayatını kaybettiği maden ocaklarının durumu Türkiye’deki işçi ölümleri sorununun yalnızca bir boyutudur. Büyük fotoğrafa baktığımızda korkunç bir ölüm siciliyle karşılaşıyoruz.

Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in bakanlığının web sitesinde yer alan bir açıklamasına göre, Türkiye’de her gün ortalama 3 kişi iş kazalarında hayatını kaybediyor, 5 kişi iş göremez hale geliyor. Çelik, “Kayıt dışı ekonomi de dikkate alındığında tablo daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır” diye ekliyor. Yani, “Sayı aslında daha kabarık” demek istiyor. 

Bunlar neresinden bakarsanız dehşet verici rakamlardır. Türkiye’de her sabah güne, o akşam 3 işçinin eve dönemeyeceğini bilerek başlamamız gerekiyor.

Ve çoğunun ölümlerinin gazetelere haber bile olmayacağını bilerek. O ölüler, belki bir istatistiksel veri olarak karşınıza çıkabilir satır arasında. 

İddialı 2023 hedeflerine doğru yola koyulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bu büyük yolculuğunda 100’üncü yıldönümüne dönük işçi ölümleriyle ilgili öngörüleri bilemiyoruz.

Ama her sabah adalet, küresel vicdan ve komşu ülkelerdeki felaketler üzerine uzun nutuklar dinlemeye başlarken, bir yandan isimlerini bilmediğimiz 3 insanımızı ölüme uğurladığımızı biliyoruz. 
Evet, yerin 630 metre altındaki denetimsiz ölüm kuyularında Azrail ile Rus ruleti oynandığı ve herkesin tribünden samimiyetsiz gözyaşlarıyla izlediği bir ülkedir burası.

Tesadüfler de yardımcı olmaz ve kaybederseniz, merak etmeyin bulunur elbet bahtı kara cesedinizi kucaklayacak ay-yıldızlı bayrağınız, morgun deposunda. 

(*) Gökhan Karakaş’ın Milliyet’teki 9 Ocak tarihli haberinden.

http://www.bursaport.com/makaleler/kayihan-pala/kamu-degil-kar-eden-hastane-birlikleri-755.html

 

BURSAPORT

Kamu değil “kar eden” hastane birlikleri

14 Ocak 2013

Prof.Dr.Kayhan Pala

 Sağlık Bakanlığı sağlık alanındaki icraatlarına kamu hastane birliklerini de ekleyerek sağlık hizmeti sunumundan tamamen çekildi.

Bilindiği gibi, 663 Sayılı “Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Sağlık Bakanlığı sağlık hizmeti sunmaktan alıkonularak, düzenleyici ve denetleyici bir bakanlık haline getirildi.

Söz konusu Kararname ile “Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu” adıyla Bakanlığa bağlı bir kuruluş oluşturularak devlet hastaneleri illerde kurulan hastane birliklerine devredildi.

Artık birinci basamak sağlık hizmetleri aile hekimlerinin muayenehanelerinde, ikinci basamak sağlık hizmetleri de ya kamu hastane birliklerine bağlı sağlık işletmelerinde ya da özel hastanelerde sunuluyor.

Bir başka deyişle artık Türkiye’nin hiçbir yerinde “devlet hastanesi” yok.  Artık tamamen işletmeye dönüştürülen kamu hastaneleri var.

Hükümet, 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda devlet hastanelerini “idari ve mali açıdan özerk sağlık işletmelerine” dönüştüreceğini açıklarken itiraz etmiştik.

Devlet hastanelerinin işletmeye dönüştürülmesinin yurttaşlarımızın sağlık hizmetine erişimlerini sınırlayacağını dile getirmiştik.

Ne yazık ki zaman bizi haklı çıkardı. Geçtiğimiz Kasım ayında işletmeye dönüştürülen devlet hastaneleri “kar odaklı” çalışmaya şimdiden başladı.

İlk olarak “ihtiyaç yok” gerekçesiyle Bursa Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi’nin Heykel’deki ek binası kapatıldı. Bugünlerde aynı hastanenin acil servisinin bile kapatılacağı konuşuluyor.

Hemen ardından yıllardır bir türlü hizmete açılamayan Dörtçelik Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’nin, genel hastaneye dönüştürülmesi gündeme getirildi. 

Bu arada birliklere bağlı sağlık çalışanlarının yerleri değiştirilmeye ve zaten zor olan çalışma koşulları daha da zorlaşmaya başladı.

Şimdi de Prof. Dr. Türkan Akyol Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde çalışan uzman hekimlere nöbetleri sırasında her iki binanın birden sorumluluğunun yüklenmesi girişimi var.

Hekimlerden insanüstü bir çabayla; bir birine uzak iki hastane binasında aynı anda birden hizmet sunmaları isteniyor.

Görüldüğü gibi, eski devlet hastaneleri işletmeye dönüştürülmeleriyle birlikte hızla kar eden hastaneler olmaya zorlanıyor.

Bir yandan mekanlar kapatılıyor, hizmetler dönüştürülüyor; diğer yandan da sağlık çalışanlarından daha uzun süre ve daha zor koşullarda hizmet sunmaları bekleniyor.

Peki o zaman kamu hastaneleriyle özel hastaneler arasında ne fark kalıyor?

Aslına bakarsanız fark kalmayacağının ilk işareti yönetim değişikliği ile verilmişti. Anımsarsanız, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez sözleşmeli çalışanlar devlet memuru olarak çalışanların amirleri olarak bu yapılanma sırasında atandı.

Kamu hastane birliklerinin başına “sözleşmeli” genel sekreterler (CEO) atandı. İki yıl yüksek ücretle sözleşme yapılıyor; sonrasında sözleşmenin sürmesi birlik hastanelerinin kar etmesine bağlı.

Hastaneler kara geçerse CEO görevine (hastane yöneticileri, başhekimler ve diğer sözleşmeli yöneticiler ile birlikte) devam edebiliyor; yoksa yerine başka bir CEO atanıyor.

Bu durumda CEO’nun birlik hastanelerini kar odaklı çalıştırmaya zorlamak dışında her hangi bir seçeneği var mı?

Kamu Hastane Birlikleri uygulamasının başlatılması amacıyla atanan nitelikleri ve yetkinlikleri başlı başına tartışılır CEO’lar (Birlik Genel Sekreterleri) ve sözleşmeli yöneticiler incelendiğinde birçoğunun iktidar partisi ile adaylık, yöneticilik gibi siyasi bağlarının ve belli bir sendikanın üye ve/veya yöneticileri olduğu görülüyor.

Her hangi bir yetkinlik ölçütü gözetilmeksizin; eğitimi ve deneyimi olmayan kişiler salt siyasi iktidara yakınlığı nedeniyle yüksek ücretlerle yönetici olarak atanabiliyor.

Kamu Hastane Birlikleri bir yandan yukarıda açıklanan gerekçelerle kamu yararına çalışmıyor; yurttaşın sağlık hizmetine erişiminde sınırlılıklar getiriyor.

Diğer yandan da yüksek ücretle istihdam edilen CEO ve diğer yöneticilere bakıldığında,  partizanca bir kadrolaşma da ortaya çıkıyor.

Sağlık Bakanlığı eliyle yürütülen tedavi edici hizmetlerin ikinci ve üçüncü basamağı artık Kamu Hastane Birlikleri aracılığıyla özelleştirmeye giden yola çıkarılmıştır.

Kamu Hastane Birlikleri, A B C D E diye sınıflandırılmış hastanelerin, tıpkı özel hastanelerde olduğu gibi, katkı, katılım payı ve ilave ücretlerinin farkı nedeniyle, herkesin parasına uygun olan hastaneye başvuracağı bir yapıyı hizmete sokmaya hazırlanıyor.

Artık hastaneler işletme, hastalar ise müşteridir.

Kamu Hastane Birlikleri ile hekimler ve sağlık çalışanlarını uzun çalışma saatleri, düşük özlük hakları, rekabet, iş güvencesi olmaksızın çalışma ve işsizlik; toplumu ise sağlık hizmeti niteliğinde azalma, hizmete erişimle ilgili sorunlar ve kar etmeyen hastanelerin hizmet kapsamının daraltılması ya da kapanması beklemektedir.

Çözüm ancak “razı olmak” yerine “itiraz etmek” tutumunun tercih edilmesi halinde tartışılabilir.

Bir gün hasta olduğunda kendini “müşteri” olarak görmek istemeyen her yurttaşın itiraz etmesi gereken bir dönemden geçtiğimizi vurgulamak isterim.

http://www.birgun.net/life_index.php?news_code=1357033304&year=2013&month=01&day=01

BİRGÜN

 OSMAN ELBEK

01.01.2013

SAĞLIĞIMIZ CEO’LARIN KÂR HIRSINA TESLİM

Son yıllarda, sağlık alanında küresel düzeyde önemli bir dönüşüm ve tartışma süreci yaşanmaktadır. Gerçekten de tüm dünya da “kârlılık” ve “verimlilik” gibi ekonomik kavramlar ekseninde sağlığı ele alan bu egemen yaklaşım, bir yandan hizmet sunumu ile finansmanı ayrıştırarak devletin hizmet sunumundan çekilmesini; diğer yandan da hizmet satın alma, hastanelerin verimli işletmelere dönüştürülmesi, sağlık çalışanlarının “performans” adı altında etik dışı bir sistemle motive edilmesi ve özel sektör yatırımlarının teşvik edilmesi gibi politikalarla sağlık alanını tümüyle ticaretin ve piyasa aktörlerinin rekabetine açmayı hedeflemektedir.

Kamuda ticarileşmiş sağlık uygulamalarını teşvik eden ve kamu-özel işbirliğini özel sektör lehine geliştirmeyi hedefleyen bu model, Türkiye’de son yıllarda uygulamaya konulan “Sağlıkta Dönüşüm Programı” (SDP) adı verilen reform politikalarının da temelini oluşturmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın sadece organizasyon, koordinasyon, yol gösterici, denetleyici, takip edici ve politika üretici bir rol üstlenmesi gerektiğini savunan ve ‘kürek çeken değil, dümen tutan bakanlık’ şiarı ile yol çıkan bu programın temel hedefi, halkın sağlık düzeyini yükseltmek, maliyetleri düşürmek ve ihtiyaçları ölçüsünde sağlık hizmetlerine ulaşan insanların güçleri oranında sağlık finansmanına katkı yapacakları bir sistemi oluşturmaktır.

Bu kapsamda Türkiye’de hayata geçirilen SDP’nın kapsamı ve hangi değişimleri/dönüşümleri var ettiğini, klasikleşmiş ezber söylemlerin ötesinde eşit yurttaşlık ve kamusal sağlık hakkı perspektifinden incelikle analiz etmek gereklidir. Bu bağlamda uygulamaya konulan program çerçevesinde ilaç fiyatlarının ucuzlatılmasının, “tam gün” uygulaması ile muayenehane çilesinin ağırlıkla ortadan kalkmış olmasının, enformel ödemelerin formelleşmesinin, yeşil kartın kapsamının genişlemesinin, sağlık hizmetine erişimde bürokratik engellerin ortadan kalkmasının, hastaların daha kolay sağlık hizmetlerine ulaşmasının, evde sunulmaya başlanan bakım hizmetlerinin, sağlık birimlerinin modernizasyonunun, gelişen hasta hakları bilincinin ve istihdam statüsüne göre örgütlenmiş ve üyelerine farklı hizmet paketleri olan sosyal güvence sistemlerinin “Genel Sağlık Sigortası” adı altında tek çatıda toplanmasının sağlık hakkı ve eşit yurttaşlık açısından olumlu gelişmeler olduğu fark edilip bu değişim ve dönüşümlerin kamusal sağlık hakkı çerçevesinde etkin bir savunusu yapılmalıdır.

Ancak yine SDP çerçevesinde uygulamaya konulan sosyal güvenlik hakkının vergi dışında ayrıca prim ödemesi zemininde şekillenmesine, “katkı payı” adı altında her geçen gün artan cepten ödemelere, bu “katkı payları” ile yetinilmeyip ek prim (=para) ödemeleri aracılığıyla “destekleyici” ya da “tamamlayıcı” paketlerin şekillendirilmesine, performans sisteminin gereği olarak sağlık çalışanlarının bir tür puan toplayan “Mario”ya dönüştürülmesine, performans sistemi nedeniyle insanın ve sağlığın parça başı alınıp satılabilir bir tür “mal” haline indirgenmesine, özellikle üniversitelerin gerek insan gerekse teknik açıdan desteklenmemesine, sağlık çalışanlarının iş güvencelerinin yok edilerek taşeronlaştırılmasına, sağlık alanında her geçen gün artan şiddet eylemlerine ve sağlık birimlerinin CEO’lar aracılığıyla para kazanmaktan başka bir amacı olmayan ticarethanelere dönüştürülmesine karşı çıkılmak zorunludur.
Öte yandan önümüzdeki dönemde “sağlık hakkı”nın piyasaya kurban edilmemesi için, SDP ile “reforme” edilmeye çalışılan sistemin aslında hiçbir zaman kamusal hizmet modeli olmadığını görerek ve dahası siyaset mekanizması tarafından hasta ve sağlık çalışanlarının her geçen gün birbirlerine “hasım” haline getirildiğini fark ederek, Türkiye’nin istihdam temelli eşitsizlikten gelir temelli eşitsizliğe geçtiği bilinerek kamusal sağlık hakkı savunusu bu gerçeğin ışığında şekillendirilmelidir.

Ayrıca Türkiye’de gerek siyasi otoritenin gerekse kamusal sağlık hakkı savunucularının farklılıklara çok da dikkat etmeyen politikası nedeniyle bugüne kadar sürdürülen sağlık tartışmalarının “renksiz” ve “kimliksiz” olduğu herkesin gördüğü bir hakikattir. Dahası dil, “varlığın evi” olmasına rağmen sağlık hakkı kapsamında anadilde sağlık savunusu bile Türkiye’de layıkıyla geliştirilememiştir. Oysa “renksiz” ve “kimliksiz” sürdürülen sağlık hizmetleri kapsamında ne kadar büyük sorunların yaşandığı herkesin deneyimi ile sabittir. Bu nedenle sağlık organizasyonunun etnik köken, dil, din, cins, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği farklılığını görmeyen ve herkesi tek tipleştiren yapısına, Sağlık Bakanlığı’nın son günlerde gündeme getirdiği ve özel hayatın gizliliğini yok eden uygulamalarına, kürtaj ya da sezaryen gibi konularla kadın bedeninin ve cinselliğinin siyasi iktidarın ve tıbbın hegemonyası altına alınmaya kalkışılmasına karşı çıkan, her ne nedenle olursa olsun ayrımcılığa maruz kalan bireylerin/grupların sağlık hizmeti alırken karşılaştıkları sorunların çözümü için uygun zeminleri tanımlayan ve ayrımcı pratiklere maruz kalan birey ve topluluklara yönelik odaklanmış sağlık hizmetlerini geliştiren bir savunuculuk politikası var edilmelidir.

Son olarak Türkiye’deki sosyal politikaların “aile” temelli olması eşit yurttaşlık perspektifi açısından oldukça sorunlu bir durumdur. Benzer biçimde prime dayalı sosyal güvenlik yaklaşımı, işsizliğin, işten atılmanın ya da kayıt dışı çalışmanın yaygın olması nedeniyle sosyal güvenceyi herkes için kamusal bir hak olmaktan çıkartmaktadır. O nedenle muhafazakâr bir zihniyetin ürünü olarak ailenin korunmasına indirgenen ve bireyleri ancak aile kurumunun bir parçası olarak dikkate alan, onların farklılıklarına, farklı “aile” yapılarına kör olan bir sosyal politikanın ve çalışarak prim ödemeye endekslenmiş bir sosyal güvenlik sisteminin aslında toplumsal eşitsizlikleri azaltmayıp yeniden üreteceğini bilmek ve bu gerçeği kamuoyunun dikkatine sunarak farklılıklara dayalı bir kamusal sosyal politika savunusu yapmak kaçınılmazdır.

http://www.tsk.tr/3_basin_yayin_faaliyetleri/3_1_basin_aciklamalari/2013/ba_03.html

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1116450&CategoryID=77

RADİKAL

11/01/2013 17:43

Çay diye talaş ve sunta tozu içirmişler

Çekmeköy ve Sultanbeyli’nde düzenlenen sahte çay operasyonunda, kaçak çayın içerisine talaş ve sunta tozlarını karıştırarak piyasaya süren 2 kişi yakalandı. Yapılan operasyonda sunta ve talaş karışımlı 10 ton sahte çay ele geçirildi

Haber: İSMAİL SAĞIROĞLU / Arşivi

İSTANBUL – İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne yapılan bir ihbarda, “Bazı kişilerin çayların içerisine talaş ve domuz kanı karırtırarak piyasada sattığını” bildirdi. İhbar üzerine hemen harekete geçen polis geniş çaplı bir soruşturma başlattı. İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri yürüttükleri soruşturmada, Sultanbeyli ve Çekmeköy’de sahte çay imalatının yapıldığı 2 ayrı depo belirledi. Sabahın erken saatlerinde depolara yapılan baskında 2 kişi yakalanarak gözaltına alındı.

Güvenlik Şube Müdürlüğü ekipleri, depo baskını sırasında gördükleri manzara karşısında şaşkına döndü. Şebeke elemanlarının az miktarda kaçak çayı yerlere dökerek çimento kürekleriyle talaş ve sunta tozlarını karıştırarak daha sonra paketleyip sattıklarını tespit etti. Şebeke elemanların, içerisine talaş ve sunta tozlarını karıştırdıkları çayları Dinar ve Alçay logolu sahte paketlere doldurarak piyasalarda sattıkları tespit edildi. İnsan sağlığını hiçe sayarak sahte çay üretimi yapan 2 kişi polis tarafından sorgulanıyor. 
DOMUZ KANI ARAŞTIRILIYOR 

İhbarı yapan kişinin şebeke elemanlarının, “Sahte çaylara domuz kanı karıştırıyorlar” iddiası da araştırılmaya başlandı. Sahte çaylar İl Sağlık Müdürlüğü laboratuvarlarında incelenecek ve kesin sonuçlar ortaya çıkarılacak.

 

http://www.ntvmsnbc.com/id/25414386/

 NTVMSNBC

Hamburgerden at eti çıktı

İngiltere’nin en büyük perakende zincirlerinden Tesco’nun sattığı hamburger etlerinin içeriğinin yüzde 29’unun at eti olduğu ortaya çıktı.

Güncelleme: 17:50 TSİ 16 Ocak. 2013 Çarşamba

İngiltere’nin en büyük perakende zinciri Tesco’nun ismi at eti skandalına karıştı. Şirketin sattığı hamburger etlerinin içeriğinin yüzde 29’unda at eti olduğu tespit edildi.

Tesco İngiltere’de sattığı bütün ürünleri geri toplatıyor.

At eti skandalı İrlanda’da gıda denetçilerinin yaptığı incelemeler sonrasında ortaya çıktı.

Tesco şirketinden yapılan açıklama skandala yönelik incelemelerin sürdüğü ancak ürünlerin insan sağlığı için tehdit içermediği belirtildi.

SOSYAL MEDYADA ALAY KONUSU OLDU

Tesco at eti skandalının ardından sosyal paylaşım sitelerinde de alay konusu oldu.

İrlanda’da Twitter üzerinden 1983 yılının en popüler ve başarılı yarış atı olan ve çalındıktan sonra kayıplara karışan Shergar’ın Tesco etlerinde yaşadığına yönelik espriler yapıldı.

YENMEK ÜZERE TAY ATI İHRACATI YAPILIYOR

At eti dünyanın bazı bölgelerinde tüketilen bir ürün. İngiltere’de de yenilmek üzere tay ihracatı yapılıyor. Ülkeden Avrupa’ya her yıl 10 bin küçük at eti yenilmek üzere ihraç ediliyor.

ARŞİVDEN SEÇMELER


Galerideki Resimler

YORUM YAZ


Lütfen doldurunuz *

Henüz yorum yapılmamış.