Profesör Doktor Ayşe Akın Hocamdır
Hande Harmancı
Not: Prof Dr Ayşe Akın ödülünü alırken.
(Kırmızılı DSÖ Genel Direktörü Dr Margaret Chan. Sağında açık renk tayyörlü Ayşe Akın. Mayıs 2012)
Profesör Doktor Ayşe Akın hocamdır. Hem Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı hem de Halk Sağlığı Uzmanıdır. 40 yıl Hacettepe Üniversitesinde öğretim üyeliği yapıp emekli olduktan sonra da evine çekilmemiş, işine halen Başkent Üniversitesinde devam etmektedir. Kariyerinin bir döneminde Sağlık Bakanlığı içinde Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü de yapmıştır.
Ayşe Hocam yaklaşık bir hafta önce Dünya Sağlık Örgütü’nün yıllık olağan genel kurulunda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Genel Direktörünün elinden, İhsan Doğramacı Aile Sağlığı Ödülü’nü aldı. Kurallar gereği ödül, üye ülkelerin Sağlık Bakanlıkları, UNICEF Genel Direktörü, Uluslararası Çocuk Merkezi, ya da daha önce ödül almış kişilerce teklif edilenler arasından DSÖ Yönetim Kurulu tarafından seçilen kişiye veriliyor. Ödül törenini izleme fırsatı bulduğum için çok mutluyum. O ödülü alır ve konuşmasını yaparken gurur duydum; içim açıldı.
Ayşe hocam sadece üniversite hocalığı yapmamış aynı zamanda ülkemde dağ-bayır gezerek sağlık ocağı ve hastane hekimliği yapmış, doktor, ebe, hemşire eğitmiş, herhalde kendisi binlerce kadına aile planlaması danışmanlığı yapmış, binlerce kadının doğumuna yardımcı olmuştur. (İnternken ondan dinlediğim makat doğum dersinden sonra “açılın! ben makat doğum yaptırabilirim!” duygusuyla dersten ayrıldığımı dün gibi hatırlıyorum.) Klinik hekimliğinin yanı sıra tam bir görev aşkıyla ve sanırım başka türlüsü elinden gelmediği için bu ülkede kadın sağlığının geliştirilmesi için araştırma, politika geliştirme, danışmanlık hizmetleri verme, gereken herkesle konuşup ikna etmeye çalışma gibi bir dolu işin de altına girmiştir. Ben sadece uzaktan izleyebildim onun yaptıklarını. Emimin benim burada yazdıklarım yaptıklarının ve hala yapmakta olduklarının küçük bir kısmıdır.
İşte bu Ayşe Hocam diyor ki:
“Türkiye’de anne ölümlerini azaltan en önemli faktör Aile Planması Yasası ve istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasına izin verilmesidir. 1965 Nüfus Planlaması Yasası’na kadar yılda 10 bin kadın istenmeyen gebelikleri sonlandırmaya bağlı nedenlerden ölüyordu. Nusret Fişek, Hüsnü Kişnişçi, Ziya Durmuş, Nejdet Erenusgibi hocaların önderliği ile bu acı gerçek görüldü ve 1965 yasası çıktı. Orada kürtaja yalnızca medikal durumlarda izin veren düzenleme getirildi. Ancak bir miktar azalma olsa da, kadın ölümleri devam etti. Yaklaşık 300 bin düşük oluyor ve bunun 50 bini sağlıksız koşullarda yapılıyordu. Bunun önüne geçmek için 1983 yasasıyla hem aile planlamasının daha iyi uygulanması için ebe hemşirelere rahim içi araç uygulama yetkisi verdik. Hem de 10 haftaya kadar gebeliklerin sonlandırılabilmesini yasallaştırdık. Bu önlemler sayesinde düşük nedeniyle ölümlerde dikkat çekici düşüş sağladık. Önceden anne ölüm hızı, ‘100 bin canlı doğumda 250’ iken, bu yasalar sayesinde bugün bu oran ‘100 bin canlı doğumda 28’lere düşürülmüştür.”
“Çocukların yaşama hakkını savunuyorsanız, asıl önceliği sayıları yılda 35 bini bulan ölü doğumlar ve doğum sonrası ölümlerin önlenmesine verin. Yok ille de kürtaja karşıysanız bunu önlemenin yolu da bireylerin temel insan hakkı olan doğurganlıklarının düzenlenmesi tercihini elinden almak yerine, yeterli ve nitelikli aile planlaması hizmeti vermektir.”
Bakanlık bu konuda rapor hazırlıyormuş. Ayşe Akın ve onun gibi bu konuya hayatlarını adamış insanların imzası olmayan bir rapor tarafsız ve bilimsel olamaz.
İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması işlemini yırtmak, parçalamak, kazımak gibi fiillerle tanımlayarak oluşturmaya çalıştığınız kamuoyu bir gün ne yapmaya çalıştığınızı anlayacak. Umarım ben de o günü görebilirim.